Yeni Şafak yazarı vize almadan Rusya'ya girmeye çalıştı

Yeni Şafak gazetesi yazarı Muhammed Berdibek, bu haftaki köşe yazısında vize almadan Moskova'ya girmeye çalıştığını ve polis tarafından nasıl engellendiğini yazdı.

Berdibek'in "Moskova’da bir gece" başlıklı yazısı:

Pasaport kuyruğunda bekliyoruz; sıra oldukça yavaş ilerliyor. Fakat bunu çok sorun etmiyoruz; zira Moskova ile aramızda sadece sembolik bir duvar var. Nihayet pasaport kontrol memuruna ulaşıyoruz. Memurun sorduğu sorular uzadıkça uzuyor… Belli ki bir sorun var. Kadın, ısrarla “vizeniz yok” diyor; bizse “vizeye ihtiyacımız yok ki” açıklamasında bulunuyoruz. Derken o sembolik duvar kocca bir sete dönüşüyor. Bekledikçe bekliyoruz. Başka bir polis yanımıza yaklaşıp kendisini takip etmemizi istiyor. Etrafı sarılı bir alana gelince yine bekliyoruz. “İyi de bu kadar zor olmamalı vizeye ihtiyaç duyduğumuzu anlamak.” diyoruz. Saniyeler, dakikalar ve saatler geçiyor. Ne gelen var ne de giden. Öylece o dar alanda bekliyoruz. Karşımızda duran polise derdimizi anlatmaya çalıştıkça öfkeyle İngilizce bilmediğini ve susmamız gerektiğini işaret ediyor. Arada gelip geçen tüm polisler ya konuşarak ya da el kol hareketiyle “Ben İngilizce bilmiyorum.” deyip duruyor.

Bir süre sonra duruma alışmaya başlıyoruz ve etrafımızda olup bitenlere odaklanıyoruz. İnsanlar gelip geçiyor, pasaport kuyruğu bir çoğalıp bir azalıyor. Başımızda duran polis ise bizi umursamıyor. Ancak polisin arada bir gülümsemesi dikkatimizi çekiyor. Kafamızı çevirince durumu anlıyoruz. Karşıda duran kadın polisle bizim polis durmadan bakışıyor ve birbirine tebessüm ediyor… Bu durum, istisnasız her üç beş dakikada bir devam ediyor. Aradaki duygusal enerji dikkatimizi epey çekiyor; ama polisi utandırmamak için olayı anlamamış gibi davranıyoruz. Bir süre sonra telefonumu elime alıyor ve internetimi açıyorum. Tanıdığım birkaç kişiye durumumuzu anlatıyorum; fakat aldığım cevaplar beni adeta şok ediyor. Meğer Rusya ile aramızdaki vize problemi çözümlenmediği için bizim de vize yükümlülüğümüzün bulunduğunu öğreniyoruz. Moralimiz epey bozuluyor. Hani insanın basireti bağlanır derler ya bende de aynı şey oluyor. Neredeyse dünyanın pek çok yerine gitmeden önce yaptığım rutin şeyi -vize yükümlülüğümüz olup olmadığını- dikkate almadığımı fark ediyorum. Gerçi durum öncesinde farklıydı biliyorum. Rusya ile ilişkilerimiz bir ara bozulunca vize sorunu ortaya çıkmış; düzelince de bu sorun tamamen halledilmemişti. Şimdi ne olacağını az çok tahmin ediyorduk. Zira uluslararası kurallara göre ya geldiğimiz ülkeye ya da vatandaşı olduğumuz ülkeye gönderilecektik. Fakat o kadar yorgunluk, açıklama yapılmadan saatlerce bekleyiş ve ne olacağını bilmeden telefonlarımıza sarılma duygusu epey sıkıntılıydı. O esnada hemen yanımdan geçen bir polise gözüm takıldı ve yeniden “İngilizce biliyor musunuz?” deyiverdim. Bu kez “evet” yanıtını alınca başladım derdimi anlatmaya. Şaşırtıcı bir şekilde oldukça ilgili bir polisle karşılaşmıştık:

  • Buraya vize sorunu olmadığını düşünerek geldik; fakat yanılmışız. Müsaade edin telefonumu şarja takıp en yakın yerdeki uçağa biletimizi alayım.

  • Tamam, bileti alıp gidebilirsiniz.

Ama içimden bir ses beklememiz gerektiğini söylüyordu ve biletimizi alma işini erteledik. Ayrıca şarjımız yok denecek kadar az. Sonuç netleşsin bileti öyle alalım istiyoruz. Derken bizimle ilgilenen polis evraklarla uğraştıktan sonra yeniden yanımıza geliyor:

  • Buraları okuyun ve imzalayın.

  • Bu ne?

  • Vize ihlal cezası.

  • Bizi sınır dışı etmiyorsunuz değil mi?

  • Hayır, bu sınır dışı değil. Tekrar vize başvurusu yapabilirsiniz; ülkemizde bu sorun olmayacaktır.

  • Tamam, güzel.

İmzaları atıyoruz ve yeniden bize beklememiz gerektiği söyleniyor. Bizimle ilgilenen kadın bir ara başımızda duran polisi yanına çağırıyor. Derken bekleme salonuna geçeceğimiz söylenerek polisi takip etmemiz gerektiği belirtiliyor. Sevdiği kadınla saatlerce bakışan polisi takip ediyoruz. Artık huzur vakti… Kendimize birer çay alıp dinlenecek belki oradaki koltuklara uzanıp alacağımız uçağı bekleyecektik. Bir kapıya yaklaştık. Polis önce anahtarı çevirdi sonra da elektronik kartla kapıyı açtı. Gördüğümüz tablo içler acısı… Neredeyse on kişi oldukça dar bir salonda bekliyor, yorgun ve uykusuz görünüyordu. Tabloyu görür görmez:

  • Ama ben bilet alacaktım.

  • Hayır, burada bekleyeceksiniz.

Aldığım cevap bizi iyice sinirlendiriyor. Zira ne olacağını hala bilmiyoruz. Çaresiz içeri giriyoruz. Oldukça dar bir odada iskemleleri birleştirip uyuyan üç kişi, yerde uyuyan dört kişi ve ayakta bekleyen üç kişi var. Zaten odadakilerin neredeyse hepsi eski Sovyet ülkelerine mensup. Kimisi Tacik kimisi Özbek, Kırgız, Kazak… İçlerinden birisinin de Mısırlı olduğunu öğreniyorum. Hepsinin derdi aynı: Sınır dışı edilecekler.

Ayaktaki üç Özbek ile konuşmaya başlıyorum. İçlerinden birisinin Türkçesi iyi olduğu için rahatça iletişim kuruyoruz. Kapıya vurarak derdimi kapıda bekleyen polise anlatmak istiyorum. Özbek en büyük yardımcım oluyor. Söylediklerimi Rusçaya tercüme etmesini istiyorum:

  • Param var, biletimi alıp gitmek istiyorum; ama şarjım yok. Telefonumu şarja takabilir miyim?

  • Hayır.

Cevap oldukça basit ve net. Zaten saat gecenin dördü. Bir süre sonra odaya iyice alıştığımızı fark ediyorum. Bir taraftan Özbekler çantalarından çıkardıkları ekmekleri, cevizleri, kuru üzümleri ve hurmaları bizlere ikram ediyor. Açlığımız dindikçe sohbet ilerliyor. Mısırlı genç tam üç gündür odada olduğunu söylüyor. Meğerse gönderileceği ülkenin uçağı haftada bir geliyormuş ve uçak dolu olduğu için geçen hafta kendisine bilet alınamamış. Bu arada Rusya’nın bu durumda yaptığı tek güzellik; kişinin gönderileceği ülkenin biletinin kendileri tarafından karşılanmasıydı. Bir süre sonra sigara içmek istiyorum. Hemen yan taraftaki banyoda gizlice sigara içildiğini fark ediyorum ve isteyen herkese sigaramdan ikram edip sırayla bu seramoniyi gerçekleştiriyoruz. Bir an yaşadığımız deneyimin ne denli farklı ve heyecanlı olduğunu hissediyoruz. Bir süre sonra köşedeki kaloriferin yanına atkımı ve montumu serip uzanıyorum. Zorlayarak da olsa biraz uyuyoruz.

Saat 08:00 civarında bir polis içeri giriyor ve herkesin gidebileceği saati söylüyor. Biz Türkiye diye beklerken geldiğimiz yere gönderileceğimizi öğreniyoruz. Aslında bu, nispeten iyi bir haberdi. Zira Türkiye’ye dönmek yolumuzu epey uzatacaktı. Nihayet uçağın kapısına ulaştığımızda bir taraftan bir günlük bir deneyimin neler hissettirdiğini iyice anlıyoruz. Mesela yıllarca cezaevinde kalanlar ya da yurtdışında dil bilmeyip de mağdur olanlar kim bilir neler hissetmiştir. Bu da kıssanın hissesi oluyor bize ve ülkeden ayrılıyoruz.

Muhammed Berdibek kimdir?

1983 yılında Bingöl’de doğdu. Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. Yüksek Lisansını Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Çalışmaları bölümünde yaptı. Doktora öğrenimi Ankara Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde devam etmektedir. İyi derecede İngilizce ve Farsça bilmekle beraber orta derecede Arapça bilgisine sahiptir. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı.

HABERRUS