Ukrayna Rusya-İsrail Hamas krizi, Batı’nın iki yüzlülüğü ve yeni dünya düzeni
HABERRUS -YORUM/ANALİZ - Rusya ile Ukrayna arasında 2014 yılında başlayan gerilimin önce bölgesel çatışmalara, ardından da Rusya’nın Ukrayna’ya asker sokmasıyla ülkeler arası büyük çaplı cephe savaşına dönüşmesi ve Batı’nın Kiev’in yanında yer alması, dünyadaki dengeleri değiştirdi.
Rusya’nın 90’lı yıllarda başlattığı Batı’yla entegre olma rotası, Ukrayna kriziyle birlikte bir bütün olarak değişti. ABD ve İngiltere’nin başını çektiği Kollektif Batı’nın ağır yaptırımlarının etkisiyle yaşanan büyük kopuş, Moskova’yı mecburi olarak doğuya ve güneye yöneltti.
Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, ” Batıyla ilişkiler artık eskisi gibi olmayacak!” ifadesi dengelerin tamamen değiştiğinin bir göstergesi oldu.
Rusya’da yaşanan kopuş ve değişimlere paralel olarak NATO’da da köklü değişimler oldu ve yeni üye ülkeler kazandı. Uzun zamandır ‘tarafsızlık’ ilkesini benimsemiş olan Finlandiya, NATO’ya üye olarak Rusya’nın yeni NATO üyeli sınır komşusu oldu.
Kollektif Batı’nın ağır yaptırımları aşmak için Rusya yönünü sadece doğuya değil, aynı zamanda Afrika ve Latin Amerika ülkelerine de çevirdi.
Moskova ile Pekin yakınlaşması tarihi zirveleri yaşarken, sadece ticari ilişkilerde rekorlara değil aynı zamanda BRICS gibi Şangay işbirliği Örgütü gibi Rusya ve Çin’in başı çektiği organizasyonların Dünya siyasi politiğinde ağırlığı arttı, yeni üyeler kazandı.
Bu gelişmeler haliyle ABD ve İngiltere dahil Batı bloğunu çok rahatsız etti.
Kutuplaşmaların yaşandığı, tarafsız ülkelerin zor durumunda kaldığı, Rusya’nın dünya arenasında yalnızlaştırılmaya çalışıldığı ancak çok da başarılı olunamadığı böylesi bir konjonktürel köklü kırılmaların yaşandığı bir dönemde Hamas’ın İsrail’e saldırması ve akabinde İsrail’in sert karşılık vermesi ve sivil asker demeden Gazze’ye saldırması ve orantısız güç kullanarak Hamas’a cevap vermesi Batı’nın bütün bütün dengesini bozdu. Başta ABD ve İngiltere’nin koşulsuz İsrail’e desteği, Ukrayna konusunu dünya gündeminde geri sıralara itti.
Rus askerlerinin Ukrayna sınırını aşıp Kiev önlerine gelmesi, Batılı devletleri şoke etmiş, ardı ardına gelen Ukrayna’ya destek çağırıları, Batılı hükümetleri bir araya getirerek tek seslilik oluşturmuş, Ukrayna’dan gelen mültecilere Avrupalı Batılı devletler kapılarını açmış, halk seviyesinde ise bir dayanışma örneği ortaya konulmuştu.
Rusya’nın ‘saldırganlığı’ sadece kınanmakla kalmamış, aynı zamanda seferber olan Kollektif Batı, Kiev yönetimine silah ve mühimmat, para yardımında yarışa girmişti. Batı medyası, Batılı şirketler birlik olup adeta siyasetin ve politikanın bir enstrümanı gibi hareket etmişti.
Fakat Filistin meselesinde ise sivil halk ve hükümetler kısmen birbirinden ayrıldılar.
Yahudi yada müslüman demeden masum insanların, çocukların ölmesi, İsrail ordusu tarafından hastanelerin bombalanması karşısında ülke liderlerinin koşulsuz İsrail tarafında olmalarını kabul edemediler. Ve bu insani tavır sokaklarda hükümet ve İsrail karşıtı protestolara dönüştü.
Ukrayna ve Filistin meselesinde bazı devletlerin tutarsızlığı öncelikle kendi halklarının, sonrada bütün dünya kamuoyunda itibar kaybına sebep oldu.
İsrail’in Gazze’ye saldırısı kısa süreli ateşkesin ardından yeniden başlamsıyla kısa sürede bitmeyeceğini göstermiş, bölgede savaşın büyümesine neden olabilir endişesini artırmıştır.
Bölgesel krizlerin, belgeleri aşıp dünya krizine dönmesi, sadece çatışmaların şiddetiyle değil aksine, mali olarak dünya ekonomisine etkileriyle de ölçülüyor.
Hamas’ın saldırısı ve İsrail’in sert cevabı gaz ve petrol fiyatlarının artmasına neden oldu. Bu artış hali hazır da sıkıntıda olan Avrupa ülkelerini daha da zora sokacaktır. Rusya’nın elinin güçleneceği ve batılı devletlerin Ukrayna savaşının bitmesini zorlayacağı bir zemine daha hızlı getirecektir.
Kırılgan küresel dünya ekonomisi yeni bir kriz sarmalına girdi.
Buna en güzel örnek olarak Rusya Ukrayna krizinde Amerika ve İngiltere’nin yanında koşulsuz destek veren dünyanın dördüncü büyük ekonomisi Almanya’nın bu krizden üçüncü ülke olarak en çok etkilenen ülkelerin başında gelmesi gösterilebilir.
Avrupa’nın sanayi devi Almanya, yükselen enerji krizi ve metalürji sıkıntısı yüzünden sanayi üretiminde gerileme yaşıyor.
Bölgesel krizlerin doğrudan üçüncü ülkelere olumsuz etkisi olmasa da küresel ekonomi üzerinden tüm ülkeleri etkilediği hiç kuşkusuz.
Dünya hegemonyasında liderliği başka ülkelerle paylaşmak istemeyen ABD, konumunu korumak için gerekli her şeyi yaparken, ABD’nin bu konumunu sarsmak için Rusya öncülüğünceki Doğu ise boş durmuyor.
Başta ABD olmak üzere Avrupa Birliği ve İngiltere’nin de aralarında olduğu Kollektif Batı’nın İsrail- Filistin krizinde tarafgirce hareket etmesi aslında ilk değil. Ukrayna- Rusya krizinde Kiev yönetiminin yıllarca Minsk Anlaşması ile Moskova’yı oyalarken Donbas’ta yaşayan Ukrayna vatandaşı sivil etnik Ruslara yönelik saldırılarını görmezden geldiği hiç batı basınında gündem olmadı.
Aynen İsrail’in Gazze halkına yönelik orantısız saldırılarının, hastane bombardımanlarının, masum sivil kadın çocuk ölümlerinin batı basınında gündem olmaması gibi.
Dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan trajedilerde Batı basının kafasını kuma gömmesi, gerçekleri görmemesi, belki Batı toplumunda istenildiği kadar tartışılmıyor ancak dünyanın geri kalan bölgelerinde oldukça aktif olarak tartışılır oldu.
Bu tabiki Rusya’nın Batı karşısında Batı’yı suçlayıcı ‘iki yüzlü politikalar yürütüyor’ iddialarını ve söylemlerinin daha anlaşılır olmasına yol açtı, ABD ve Kollektif Batı’nın şartsız İsrail desteği, batı dışı dünyanın Ukrayna krizine bakışını da değiştirdi.
Sözüyle gücüyle teknolojisiyle Kollektif Batı’nın hegomanyasının Kollektif Doğunun eline geçmeye başladığı tezi, sadece teknolojik ve ekonomik büyüklüğün Batı’dan Doğu’ya geçmesiyle adlandırılmamalı. Kollektif Batı’nın kendi yanlış taraflı politikalarıyla etik ve moral üstünlüğü, eşitlik ve adaleti kaybetmeye başlaması, Ukrayna-Rusya kriziyle başlayan sürecin İsrail-Filistin çatışmasıyla görünür olması ve tartışmaya açılmasıyla sürecin artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiği yorumlarını beraberinde getiriyor.
Yeni kurulacak dünya düzeninde, dışlanmış, ötekileştirilmiş Asya, Uzak Doğu, Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika devletlerinin sesi, sadece teknolojik ve ekonomik üstünlük sahibi ülkelerle değil aynı zamanda etik ve moral üstünlüğü de elinde bulunduran onları dışlamayan ülkelerle beraber olanlarla kurulacak.
Önce Ukrayna-Rusya ardından İsrail-Filistin krizi bunun fitilini ateşlemiş gözüküyor.
Bakalım önümüzdeki aylarda yapılacak ABD ve Rusya’daki kritik seçimleri ve Avrupa’da yükselen aşırı sağcı yönetimler bu sürecin şekillenmesinde nasıl ve ne gibi roller üstlenecek?
Selim Saygıner