Rus uçağının vurulması "Allah'ın emri" miydi?

"Türkiye-Rusya savaşı" çıkmayacak ama Rusya, Türkiye'nin "Suriye'deki müttefiklerine, uzantılarına ve 'kozları'na" vurmaya bakacak.

Türkiye açısından yakın tarihin belki de en önemli krizinin “Türk tarafı”, Atlantik ötesine bakarak, kendisini bir ölçüde “rahatlamış” hissedebilir. Washington, krizin faturasını, daha ziyade Moskova’nın üzerinde görme eğiliminde.

Su-24 tipi Rus savaş uçağının, Türkiye-Suriye sınırı dibinde düşürülmesinden sonra, Amerikan televizyonlarının bir numaralı konusu, “Türkiye-Rusya bunalımı” oldu. O kadar ki, Paris’teki terör saldırısının ardından dikkatlerin üzerine çevrildiği Obama-Hollande Beyaz Saray buluşması, iki Batılı liderin Türkiye-Rusya krizine nasıl bir tepki vereceği üzerine odaklandı.

Putin, Batı dünyası nezdinde özellikle Ukrayna ile girdiği çatışma ve Kırım’ın ilhakından sonra ciddi rahatsızlık uyandırmış bir lider. Türkiye-Suriye krizinde, sempatinin ona dönük olması zaten beklenmezdi.

Ama, ABD’nin en önde gelen televizyon kanallarından birinde (NBC) konuşan, sağcı-Cumhuriyetçi düşünce kuruluşu Hudson Institute’tan bir uzman, “Bu gelişme üzerine, Putin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saygı duymuştur” değerlendirmesiyle, malûm “Putin alerjisi”nin üzerine çıkarak, krize bir de adeta “Erdoğan sempatisi” boyutu ekler göründü.

Aslında, çoğunlukla Cumhuriyetçi saflarda kendisini gösteren Amerikan milliyetçi ve muhafazakâr sağı, Obama’nın “pasif” politikasına o kadar karşı ki, özellikle Suriye konusunda Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği çizgiye, Obama’ya karşı kendilerine iç politikada polemik malzemesi sağladığı için çoktandır zaten “sempati” duyuyorlardı.

Türkiye’nin milliyetçi-muhafazakâr sağı, bambaşka sebeplerden de kaynaklansa, “anti-İslamcı” Amerikan milliyetçi ve muhafazakâr sağının, Suriye politikasında anlayışına ve desteğine güvenebilir.

Ne var ki, gelinen noktada, Erdoğan’ın, bu tür Amerikalı destekçileri ve “sempatizanları”nı memnun edecek bir tavır içinde olduğunu söylemek de zor. Türkiye Cumhurbaşkanı, besbelli ki, ortaya çıkan gelişmeden kaygılı.

Rus savaş uçağının düşürülmesinin hemen ardından, bir “milli kahraman” görüntüsü vermekten kaçındı. “Uçağın vurulduğu sırada hangi ülkeye ait olduğunun bilinmediğini” söyledi. Bu, Rusya’ya gönderilmiş, “Sizi karşımıza almak istemiyoruz, siz olduğunu bilmeden yaptık” mesajıydı.

Daha da önemlisi, kendisini alkışlayanların alkışlarını keserek, “Kardeşlerim, mesele aslında alkış meselesi değil. Biz buna şahit olmak istemeyiz. Böyle bir durumla karşı karşıya bırakılmanın ızdırabını yaşıyoruz” şeklindeki sözleri.

Olayın “vahameti”nin Türkiye’yi “Erdoğan dış politikası”nın en temel unsurlarından biri olan “özerk” konumundan mahrum kılarak, tümüyle ABD ve NATO’ya yaslanmak zorunda bırakacağının farkında. Bunu istemiyor. Rusya’ya “düşmanlık gütme niyeti taşımadığını” vurgulamak istiyor.

Bütün bunlar anlaşılır şeyler. Gelgelelim, olayın “vahameti” ve Putin’in “karizmasını çizmiş” olması, Rusya’yı Erdoğan ile taban tabana zıt değerlendirmeye sevketmiş durumda.

Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, olayın “önceden planlandığını” söyledi ve telefonla olaydan “duyduğu üzüntüyü” belirtmiş olan Türk muadili Mevlût Çavuşoğlu’nun kendisiyle görüşme teklifini geri çevirdi.

Putin, “Türkiye’deki yönetim”in, yani Tayyip Erdoğan’ın “radikal İslamcılara destek olduğunu” üzerine basa basa öne sürdü.

Bu olay üzerine, Türkiye-Rusya savaşı çıkmayacak ama sanki her alanda taraflar birbirlerine ters duracaklar. Pek yakında, Rusya’nın Türkiye ile IŞİD “işbirliği”ne ilişkin bir takım belgeleri, uydu kayıtlarını, vs. ortalığa saçması beklenmeli.

(Ne garip,, IŞİD’in, Rus yolcu uçağını Sina’da düşürmesinden çok kısa süre bu kez bir Rus savaş uçağı, Putin’in IŞİD ile ilişkide olduğunu iddia ettiği Türkiye tarafından düşürülüyor. Muhtemelen, Rus “komplo teorisi” kafası bunu not edecektir.)

Ayrıca, Rusya’nın Lazkiye’nin hemen kuzeyine düşen bölgede, yani Rus savaş uçağının vurulduğu ve Türkmendağı’nın yer aldığı alanda, gerek hava bombardımanını arttıracağı ve gerekse Suriye rejim kuvvetlerine güçlü bir şekilde arka çıkacağı anlaşılıyor.

“Türkiye-Rusya savaşı” çıkmayacak ama Rusya’nın, Türkiye’yi birçok konuda, en başta Suriye’de “incitmek” hatta “canını yakmak” isteyeceğini bilmek için kâhin olmak gerekmiyor.

Rusya, Türkiye’nin “Suriye’deki müttefiklerine, uzantılarına ve ‘kozları’na” vurmaya bakacak.

Rusya, IŞİD’in yanısıra, Türkiye ve Katar’ın desteklediği –her anlamda- Suriyeli muhalif silahlı güçleri tıpkı IŞİD gibi “teröristler” kategorisinde görüyor. Bu yaklaşımı, Türkiye ile son krizinden sonra, “Viyana Süreci”nin başında patlayabilir.

“Viyana Süreci”nde bir Suriye geçiş hükümeti kurulması için, bu unsurların Türkiye tarafından gündeme getirilerek, “Viyana Süreci”nin öngördüğü takvimin uygulanması halinde, “geçici hükümet”e sokulabilmeleri artık mümkün olamayacak.

Bir anlamda, “Viyana Süreci”nin yani yakın ve görülebilir gelecekte, “Suriye sorunu”na “siyasi çözüm bulunması” girişimlerinin sakatlanabileceği ve “Kerry diplomasisi”nin çok ağır yara alabileceği kestirilebilir.

Rusya’nın Türkiye’yi şu dönem itibarıyla “incitebileceği” bir başka hamlesi, siyasi ve askeri planda Suriye’de PYD ve YPG’yi alenen desteklemesi, hatta silah yardımında bulunması olabilir.

YPG ile “askeri işbirliği” zaten Amerikalıların yapmakta olduğu bir şey. Böyle bir hamleyle, Washington, Moskova’ya karşı kolladığı müttefiği Ankara karşısında zora girebilir.

Ankara için bir başka “can acıtıcı” gelişme, Moskova’nın PKK’ya –Tahran ile beraber- açık “siyasi destek” konumuna kayması olur.

Washington’da bir uzman, dün, bana “Rusya, PKK’yı tanırsa, Türkiye nasıl bir tepki verebilir?” diye sordu. “Bilmiyorum” dedim. Açıkçası, bilmiyorum da.

Ama, “Ankara’daki Rusya Büyükelçisi, Dışişleri’ne çağrılır ve kendisine protesto notası verilir” şeklindeki bir cevabın, cevap olmadığını biliyordum.

Türkiye, bu krizle birlikte Washington’un ve NATO’nun desteğine sahip. NATO, açık alanda, üye ülkesinin “kendi sınırlarını ve kendi hava sahasını koruma hakkı vardır” diyerek, Türkiye’ye arka çıktı ve “asgari kurumsal kredibilitesi” bakımından buna mecburdu da. Aksi halde, ortada NATO diye bir yapı kalamazdı.

Ama o kadar. Rusya ile Türkiye üzerinden ve üstelik “işbirliği hesapları yapmakta olduğu bir sırada” Suriye üzerinden “askeri tırmanış”a girmek diye bir düşüncesi yok. NATO toplantısında, “kapalı kapılar arkasında” Türkiye’ye “itidal” tavsiye edildiğini biliyoruz.

Yani, NATO, “her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’nin arkasında” diye bir durum yok.

Hal böyle olunca, Türkiye yönünden, gelinen noktanın izahı daha da zorlaşıyor. Rusya ile son krize dek, Türkiye, Başşar Esad’ın devrilmesini Suriye’de herhangi bir ilerleme için “ön şart” olarak gören, “güvenli bölge” ve “uçuşa yasak bölge” için bastıran, PYD’nin dış desteklerinin kesilmesine çalışan, Türkmenlerden söz eden ve onlara ilişkin NATO desteğini –sözlü de olsa- elde etmeye uğraşan, Viyana Süreci’nde kendi desteğindeki muhalifleri bir “geçiş hükümeti”ne sokmayı hedefleyen bir ülkeydi.

Şimdi?

Şimdi, bütün bu amaçlara ve hedeflere daha mı yakın; yoksa bunlardan daha da uzaklaşmasına yol açacak gelişmeleri mi tetiklemiş oldu? Bu soruya verilecek mantıkî cevaptan sonra, şu soru da sorulabilir:

Rus savaş uçağını düşürmek “Allah’ın emri mi”ydi?