Rusya niçin komşusunu yok etmekle tehdit ediyor?
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov kısa süre önce, Donbas bölgesinde yeni savaş girişimlerinin Ukrayna’yı yok edebileceğini söyledi.
Lavrov’un öznesi olmayan ifadesinden belli ki, Türkiye’nin yüzde 80’i büyüklüğündeki Ukrayna’yı yok edebilecek olan Rusya.
Kriz nasıl bu noktaya geldi? Doğru cevap için filmi biraz geriye saralım. Budapeşte 2008 zirvesinde Ukrayna’nın NATO üyesi olacağı açıklandı, Moskova’dan gelen tepkiler üzerine frene basıldı. İnisiyatifi AB aldı. Bu kez hedef Ukrayna’nın AB üyeliği idi. Görevi İsveç ve Polonya dışişleri bakanları Carl Bildt (eski başbakan) ve Radoslaw Sikorski üstlendi.
Doğu Ortaklığı adı verilen proje Rusya hariç SSCB’nin Avrupa’daki tüm eski topraklarını kapsıyordu. Rusya’nın teknik ve siyasi itirazları vardı ama müzakere talepleri Brüksel’de ilgi görmedi. Zaten AB çevrelerinde egemen anlayışa göre, Ukrayna için söz konusu olan, Avrupa’yı veya Rusya’yı seçmek arasında bir tercih, bir ‘medeniyet tercihi’ idi.
Bugün Lavrov’un sözlerini hatırlatır şekilde, Kremlin’den bir süredir müdahale uyarıları geliyordu. Ayrıca, Kırım’ın 1991’de bağımsızlık kazanan Ukrayna tarafında kalmasını Rusya’nın derin hoşnutsuzluk içinde kabul ettiği iyi biliniyordu.
Ukrayna’nın Rusya’ya yakın Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç AB’yle imzalanması gereken Ortaklık Anlaşması’ndan uzaklaşıp Rusya’yla iyi ilişkiler kurmak isteyince, Kiev’de büyük gösteriler başladı (Avromeydan Devrimi), çok sayıda insan öldürüldü, Yanukoviç görevden uzaklaştırıldı. Beklenen oldu, Rusya tereyağından kıl çeker gibi rahat bir harekatla Şubat 2014’de Rusların çoğunlukta olduğu Kırım’a el koydu, Mart’ta referandumla ilhak etti. Hemen ardından, rütbesiz üniformalar taşıyan Rus birlikleri eliyle Rusça konuşanların çoğunlukta olduğu doğudaki Donbas havzasında Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerini kurdurdu (Rusça Donbass, Ukranca Donbas).
Özetle, Bildt-Sikorski girişimi AB tarihinin en sefil fiyaskosuyla son buldu. Angela Merkel dahil AB liderleri seyretmekle yetindi, sadece demeç verdiler. Dahası, Vladimir Putin’i her türlü kötülüğün kaynağı görenler, ona Kırım fatihi olma yolunu açarak iktidarı konsolide etmesinde en büyük hizmetlerden birini yaptılar.
Ukrayna sorununu yönetebilmek için AB’nin elinde Doğu Slav halkları (Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar) için bir vizyon ve bir yol haritası olmalıydı. Avrasya’da istikrar için Doğu Slav halklarının Avrupa’yla entegrasyonu hayati önem taşır. Ama bu iş Rusya dışlanarak olmaz.
Ukrayna ve Rusya, derin ve aynı tarihi kökten beslenen iki ülkedir. Ukrayna’da kimliğini Rusya’ya daha yakın görenler ile Avrupa’ya daha yakın görenler toplam nüfus içinde iki büyük kesimi oluşturur. O nedenle Ukrayna’nın AB üyeliği için doğru yol, ya Avrupa’yı ya Rusya’yı seçmek değil, hem Avrupa hem Rusya’yla iyi ilişkiler inşa etmekten geçer. AB’nin gayreti o yönde olmalıydı. Daha arka plandaki şart ise, benzer bir uzlaşma ve işbirliğinin AB ve Rusya arasında yürütülmesiydi. Üstelik o yoldan gidilseydi, kendini Rusya’ya daha yakın gören Ukraynalıların büyük çoğunlukla AB üyeliğini desteklediği ortaya çıkacak, işler kolaylaşacaktı.
Ukrayna, Avrupa ve Rusya arasında çatışma değil işbirliği alanı olmak zorundadır. Kiev, Doğu Slav kültürünün ortak kaynağı ve Putin’in vurguladığı gibi tüm Rus şehirlerinin anasıdır. Bu güzel şehir çatışma alanı değil, AB’nin tüm Doğu Slav halklarıyla yürüteceği işbirliğinin merkezi olmalıdır. Fransız-Alman uzlaşmasının simgesi Brüksel gibi Kiev, Avrupa-Doğu Slavları uzlaşmasının simgesi ve merkezi olmalıdır. O amaca daha uygun şehir yoktur.
Ama AB liderleri tam tersini yaptı ve Ukrayna’yı akıl almaz şekilde ya Batı’yı, ya Rusya’yı seç tercihine zorladı. Ukrayna’nın bir Polonya olmadığını göremediler. O zorlamayla Ukrayna’nın kırılacağı belliydi. Bunu araba devrildikten sonra değil, o zaman da söyledim. Çünkü, tarih boyunca Doğu Slav halkları için en çetin varoluşsal soru, Doğu’ya mı Batı’ya mı ait olduklarıdır; ama kendileri dahil hiç kimse bu soruya henüz bir cevap verebilmiş değildir.
İsveçli muhafazakar siyasetçi Carl Bildt, 1990’larda AB’nin eski Yugoslavya özel temsilcisiydi. AB’nin Bosna siyasetinden birinci derecede sorumluydu ama o politika da iflas etti. Eğer Amerika müdahale etmeseydi, muhtemelen bugün Bosna olmayacaktı.
Benzer şekilde, AB’nin çöken Ukrayna siyasetini de şimdi Amerika devraldı. Ama Yugoslavya’da ABD’nin karşısında Sırplar vardı ve sorunu havadan bombardımanla kolayca çözdüler. Şimdi durum farklı. 2019’da Ukrayna Cumhurbaşkanı seçilen Vlolodimir Zelenskiy, barış sözü verdi. Ekonomi kötü gitti, 2020’de IMF’yle Stand-by anlaşması yapmak zorunda kaldı. Sert bir kemer sıkma politikası uygulanıyor. Covid-19 salgını işini daha zorlaştırdı. Umut ettiği tavizleri Rusya’dan alamadı. Oy desteği düştü. Zelenskiy bir TV komedyeni ve siyasi tecrübesi yok. Şimdi savaş yoluyla ve NATO’nun yardımıyla sorunu çözmek istiyor. Ateşle oynuyor. ABD Başkanı Joe Biden bölgeyi yakından tanıyan deneyimli bir siyasetçi. Ukrayna’yı destekleyerek, çevreleme siyaseti için Rusya üzerinde baskı kurmak istiyor. Ağırlıklı kısmı Mayıs-Haziran’da yapılacak Defender Europe 2021 tatbikatı bunun bir parçası. Baskı siyaseti ve gerginlik Biden’ın çevreleme siyasetine uygun. Mesela Almanya’nın Kuzey Akım 2 gaz hattı projesini sürdürebilmesi giderek zorlaşıyor (haritada Nord Stream 2). Proje sadece gelir sağlamıyor, aynı zamanda Ukrayna’yı bypass ederek Rusya’nın bu ülkeye baskı yapmasına olanak veriyor.
Savaşın ufukta bir hayalet gibi kafasını gösterdiği ortamda gelişmeler elbet kontrol dışına çıkabilir ama Biden’ın amacı herhalde NATO-Rusya savaş değil. Biden’ın Almanya ve Ural Dağları arasındaki uçsuz bucaksız ovalarda büyük bir konvansiyonel savaşı göze alması beklenmemeli. Böyle bir savaşın sonu nereye varır, kimse öngöremez. Ukrayna sınırına yığınak yapan Moskova’nın da birinci tercihinin savaş olduğunu sanmıyorum. Ama fırsat bulursa hayal ettikleri ilk işlerden birinin Azak Denizi’nin kuzeyindeki Mariupol şehri üzerinden Kırım’ın Rusya’yla kara bağlantısını sağlamak olduğu muhakkak.
15 Mart’ta Londra hükümeti yeni savunma ve dış politikasını açıkladı (Integrated Review). Rusya’nın İngiltere ve Avrupa güvenliğine karşı “en şiddetli tehdit” olduğu defalarca vurgulanıyor. “Avrupa’nın en önde gelen NATO müttefiki olarak” Birleşik Krallık üstüne düşeni yapacak ve nükleer savaş başlıkları sayısı artırılacak kararlılığını ifade ediliyor. Belli ki Rusya’ya karşı çevreleme siyasetinin başını ABD-İngiltere ikilisi çekecek.
Türkiye ne yapmalı?
Batı ittifakı içinde yer almalı; ama dillendirilen Ukrayna’nın NATO üyeliği düşüncesinden vazgeçilmesini, askeri çözümden uzak durmayı, bu ülkenin AB üyeliğinin yukarıda özetlenen çerçevede ve zaman içinde gerçekleşmesini, o arada Batı’nın Ukrayna’ya mevcut desteğinin önemli ölçüde artırılmasını savunmalıydı. Türkiye önemli bir rol oynayabilirdi. Ancak mevcut koşullarda bunlar kağıt üstünde kalmaya mahkum düşünceler. Kendisi otoriter rejim sarmalına düşmüş, AB içindeki yeri fiilen sıfırlanmış ve Batı ile ilişkileri pamuk ipliğine bağlı bir Türkiye’nin böyle bir şansı yok. Batı ve Rusya arasında sertleşen rekabet karşısında giderek daralan hareket alanından nasıl çıkacağı dahi belli değil. Rusya, açık arayla dünyada en zengin doğal kaynaklara sahip ülke. Günümüz Rusya’sını anlamak isteyenlere, Catherine Belton’un yeni çıkan ‘Putin’in Tayfası’ kitabını öneririm (Putin’s People). Putin ve çevresindeki eski KGB unsurları (siloviki) ile çoğunun kökeni karanlık, siyasetle iç içe geçmiş yeni zengin kodamanların (oligark) ülkeyi nasıl yönettiklerini, muhalifleri nasıl temizlediklerini ve nasıl milyarlarca doları ülke dışına kaçırdıklarını gerçek hikayelerle anlatıyor.
Yazıyı ABD’nin eski dış işleri bakanı Henry Kissinger’in özlü deyişiyle bitirmek istiyorum: “Batı için, Vladimir Putin’i şeytanlaştırmak bir siyaset değildir, bir siyasetinin olmadığının kanıtıdır.”
Haluk Özdalga