Yaşar Yakış: Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılması muhtemel bir gelecek

‘’Türkiye, gelecekte AB’ye katılma projesi yapmak yerine, katılım sürecini kendi iç mutfağına çeki düzen vermek için bir araç olarak kullanabilir. Bu sayede Türkiye temel hak hürriyetlerin daha geniş kitleler tarafından kullanıldığı, demokrasinin daha güçlendiği, piyasa ekonomisinin daha şeffaf hale getirildiği bir ülke haline getirmek için çaba sarf edebilir. Bunu yaparsa Türkiye’nin AB’ye katılıp katılmaması önemli bir hedef olmaktan çıkacaktır’’

Rusya Uluslararası Politik ve Ekonomik Stratejiler Enstitüsü (RUSSTRAT) Türkiye Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile röportaj yaptı. https://russtrat.ru/comments/24-avgusta-2021-0010-5668

Yakış röportajında 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk olaylarının patlaması sonrası tutarlı olmayan dış politika ilişkilerinin başlaması; Erdoğan’ın AKP’yi kurduğunda bir kadro hareketi olarak takdim etmiş, fakat parti güçlenip de kendisini kabul ettirdikçe kendisiyle ayni fikirde olmayan yol arkadaşlarını terk etmesi veya yol arkadaşlarının Erdoğan’ı terk etmesi; Türkiye’de yönetim zafiyetinin en önemli sorunlarından birisinin bu oluşu; halen Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılması, öngörülebilir bir gelecek için muhtemel görünmesi gibi konulara vurgu yapıyor.

Rusya Uluslararası Politik ve Ekonomik Stratejiler Enstitüsü (RUSSTRAT) Türkiye Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile röportaj yaptığı röportajın tamamı:

Sayı Bakan, Türkiye’nin işleyişinde temel değişimler oldu. Bu dğişimlerden ve Türkiye'nin şimdiki imajından bahseder misiniz? Türkiye bir askeri süper güç mü, yoksa Orta Asya Türk halklarının imparatorluk merkezi mi? Nasıl görmeliyiz?

24 Haziran 2017 tarihinde düzenlenen bir referandumla Türkiye parlamenter rejimi terk edip Başkanlık sistemine geçti. Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından itibaren Türkiye demokratikleşme ve Avrupa Birliğine katılma yolunda çok önemli adımlar atmıştı. Ancak sosyal bilimlerde çok önemli bir kural vardır: “Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” derler. Buna “güç zehirlenmesi” de deniliyor. 2008 lerden itibaren başlayan ve 2011 genel seçimlerinden sonra iyice güçlenen bir eğilim sonucunda Türkiye’de temel hak hürriyetler alanında önemli gerilemeler yaşandı. Bu gerileme halen devam ediyor. Yargı siyasileşti. Yolsuzluklarda büyük artışlar var.

Dış politikada önemli hatalar yapıldı. Türkiye’nin Suriye savaşına taraf olması için hiçbir neden yoktu. Türkiye, Suriye halkının sıkıntılarının azaltılmasına yardımcı olmak istiyor idiyse, bunu, uluslararası camia ile işbirliği yaparak, rejimden kaçanları, Suriye topraklarında koruyacak bir “güvenli bölge” oluşturulmasına yardımcı olmak suretiyle yapabilirdi. Bu güvenli bölge Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile kurulmalıydı. Bölge, komşu ülkeler ve süper güçler dışındaki ülkelerin askerleri tarafından korunmalıydı. Eğer bu güvenli bölge Türkiye sınırına yakın bir yerde kurulursa, acil sağlık ihtiyaçları olan Suriyeliler Türkiye’ye tedavi için gönderilebilirdi. Tedavi bittikten sonra yine güvenli bölgeye iade edilmeliydi. Bu yapılmış olsa idi, Türkiye, Suriyeli göçmenlerin sebep olduğu büyük mali yükü yüklenmek zorunda kalmayacaktı.

Türkiye, 20 Kasım 2015 tarihinde, Suriye hava sahasında bir Rus askeri uçağını düşürdü. Uçak Türk hava sahasını 17 saniye süreyle ihlal etmişti ve gidiş istikameti Türkiye’deki bir askeri tesise veya bir sınai tesise yönelik değildi. Sınıra paralel giderken Suriye topraklarına doğru dönen bir cep üzerinden uçarken düşürüldü. Zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu, yapılan hareketin bir hata olmadığını, doğru yapıldığını, tekrar ayni durum olursa yine düşüreceklerini beyan etti. Rusya’nın gösterdiği şiddetli tepki üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’dan yazılı olarak özür diledi ve “Rus uçağı olduğunu bilseydik, başka türlü davranırdık” demek suretiyle gerginliği azaltıcı yönde bir tavır benimsedi. Rus uçağının o koşullarda düşürülmesi bir hata idi. Bunu yanlış bir takdir yetkisi olarak kaydetmek gerekir.

Türkiye’nin Mısır’a, Libya’ya, İsrail’e yönelik politikası da hatalarla doludur. Bu hatalar sonunda Türkiye, kendi bölgesinde ve uluslararası camiada yalnızlığa itilmiştir. Bu arka-plan göz önünde tutulduğu zaman Türkiye’nin askeri süper güç gibi davranması zordur. Orta Asya ülkeleriyle kültürel ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesi pek tabii ki doğru olur, ama o ülkeler için bir cazibe merkezi olması ihtimali azdır.

Erdoğan'ın jeopolitik emelleri Türkiye'nin mali ve ekonomik imkanlarına ne kadar karşılık geliyor?

Türkiye’nin ekonomisi 2008 yılından itibaren sürekli gerileme halinde. Türk parasının dolar karşısındaki değeri 2008 de 1.40 Türk Lirası iken, bugün (10 Ağustos 2021) 8.60 kuruşa çıkmıştır. Bu, yüzde 600’lük bir değer kaybı demektir. Türkiye 2008 yılında dünyanın on yedinci en büyük ekonomisi idi ve 2023 yılında en büyük 10 ekonomi arasına girebilmeyi hedefliyordu. Hâlbuki bugün yirminciliğe geriledi ve belki yirmi birinciliğe düşecek.

Bu durumda Türkiye’nin, imkânlarının ötesinde jeopolitik emellere yönelmesi gerçekçi değildir.

Sizce, Erdoğan'ın ABD, İngiltere veya bazı küresel karar alıcıların çıkarları ile hareket ettiği yada kendi jeopolitik projesini sürdürdüğü konusunda ne dersiniz?

Her ülkenin kendi jeopolitik çıkarlarına sahip çıkması ve onu daha ileri götürmeye çalışması doğaldır. Ancak izlediği yanlış dış politika nedeniyle bu iş, kendisine zarar verecek bir şekle dönüşmüştür. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başkan Donald Trump’la şahsî dostluğu sayesinde yakın fakat istikrarsız bir ilişki içinde olmuştur. Başkan Joe Biden döneminde ise, Trump döneminde üstü örtülen sorunlar muhtemelen sırayla gündeme gelecektir. Şimdilik, Kabil havaalanının güvenliğinin Türkiye tarafından sağlanması konusu gündemde olduğu için, sorunlu konular henüz gündeme getirilmemektedir. Ama er veya geç o sorunlar gündeme gelecektir. ABD’nin Kuzey Suriye’deki Kürtlere silah, mühimmat, teçhizat ve eğitim yardımı vermesinden kaynaklanan sorunlarda herhangi bir olumlu gelişme kaydedilmemiştir. Türkiye’nin Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi satın almış olması halen çözümlenmemiş bir sorun olarak durmaktadır. Türkiye’nin F-35 savaş uçağı projesinden ihraç edilmiş olması ticari, hukuki, savunma boyutlu ve NATO ittifakı kurallarına aykırı birçok boyutu sorun olarak durmaktadır. Biden’ın 1915 Ermeni olayları konusunda benimsediği Türkiye aleyhtarı tutumu yakın zamanda çözüleceğe benzemiyor. Türkiye’nin bir devlet bankası olan Halk Bank’ın ABD tarafından İran’a uygulanan ekonomik yaptırımları ihlal etmiş olmasından kaynaklanan hukuki süreç ABD yargı makamları nezdinde sürmektedir. Fetullah Gülen’in Türkiye’ye sınır dışı edilmesi konusunda Türkiye’nin ABD makamları nezdinde şimdiye kadar yaptığı girişimlerde herhangi bir mesafe kaydedilmemiştir. Türkiye 84 klasör hukuki gerekçe gönderdiğini ifade etmektedir. Fakat ABD makamları, bu dosyalarda, Gülen’in Türkiye’ye iadesini haklı gösterecek bir gerekçe bulamadıklarını ifade etmektedirler. Buna benzer daha nice sorunlarla dolu olan Türk-ABD ilişkilerinde, öngörülebilir bir gelecekte düze çıkma umudu yok gibidir.

İngiltere ile ilişkilerde çok daha farklı bir format vardır. İngiltere, Ukrayna ve Kırım konularını kullanarak Karadeniz’de NATO lehinde bir durum yaratmak için Türkiye ile yakınlığını üstü kapalı biçimde kullanmaktadır.

Böyle bir proje varsa bu projenin kaynağı nedir? Örneğin, Stalin'in Sovyetler Birliği'nin rolü için kendi jeopolitik ve tarihi vizyonu vardı. Ama başka bir halef geldi ve ‘bu büyük kader’ sona erdi. Erdoğan'ın sadece bir büyük Yuri Gagarin değil, işini devam ettirecek olan «kozmonot takımı» var mı? Böyle bir ekibi yoksa, o zaman neden bütün bu değişimler ve risk almalar?

Erdoğan Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP) kurduğu zaman, bu yaptığı işi bir kadro hareketi olarak takdim etmişti. Fakat parti güçlenip de kendisini kabul ettirdikçe Erdoğan, kendisiyle tamamen ayni fikirde olmayan yol arkadaşlarını terk etmiştir veya o yol arkadaşları Erdoğan’ı terk etmişlerdir. Bunun sonucu olarak AKP, Erdoğan’a körü körüne sadakat gösteren ve partizanlıkları öne çıkan kimselerden oluşan bir kitle olmaya başlamıştır. Şu anda Türkiye’deki yönetim zafiyetinin en önemli sorunlarından biri de budur.

Uzmanlar arasında, dünyadaki birçok sürecin arkasında, aslında, Amerikan değil, İngiliz seçkinlerinin olduğu görüşündeler. Global karar alıcıların genel yaklaşımı bu sonuca çıkıyor. Bu konuda ne söylersiniz?

İngiltere, yerleşmiş kurumlarıyla dünyadaki güç dengelerini etkilemeye devam etmektedir. “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak adlandırıldığı dönem, pek tabii ki geçmişte kalmıştır. Ancak, ekonomisinin büyüklüğü ve nüfusu ile mukayese edildiği zaman İngiltere, halen dünyada etkisini önemli ölçüde hissettiren ve bunu daha az çatışmacı bir üslupla yürüten ülke konumunu muhafaza etmektedir. Bu da İngiliz diplomasisinin bir başarısı olarak görülmelidir.

Türkiye Avrupa Birliği'ne kabul edilecek mi?

Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılması, öngörülebilir bir gelecek için muhtemel görünmemektedir. Ne Türkiye tarafında ne de AB tarafında bu yönde samimi bir irade yok gibi görünmektedir. Bu nedenle Türkiye, gelecekte belli bir tarihte AB’ye katılma projesi yapmak yerine, katılım sürecini kendi iç mutfağına çeki düzen vermek için bir araç olarak kullanabilir. Bu sayede Türkiye temel hak hürriyetlerin daha geniş kitleler tarafından kullanıldığı, demokrasinin daha güçlendiği, piyasa ekonomisinin daha şeffaf hale getirildiği bir ülke haline getirmek için çaba sarf edebilir. Bunu yaparsa Türkiye’nin AB’ye katılıp katılmaması önemli bir hedef olmaktan çıkar. Türkiye’nin AB ile ilişkileri, İsviçre ve Norveç’in AB ile ilişkilerine benzer hale gelir.

Sizce "İstanbul" kanalının Montrö sözleşmesi kapsamında olması gerekir mi?

Montrö (Montreux) Sözleşmesi’nin odak noktası Karadeniz’deki güç dengesini, kıyıdaş ülkelerin lehine korumaktır. Nitekim sözleşme, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin askeri gemilerinin bu denizde kalabilecekleri süreyi 21 günle sınırlandırmıştır. Kıyıdaş olmayan ülkelerin Karadeniz’de bulundurabilecekleri askeri gemilerin tonajına sınırlama getirilmiştir. Bu açıdan bakıldığı zaman, kıyıdaş olmayan bir ülkenin, kendi askeri gemilerini Karadeniz’e İstanbul boğazı tarikiyle mi yoksa Kanal İstanbul tarikiyle mi sokacağı hususu tartışma konusu olmaktan çıkmaktadır. Önemli olan, kıyıdaş olmayan bir ülkenin askeri gemisinin Karadeniz’de bulunup bulunamayacağıdır. Oraya hangi yolla gideceğinin önemi yoktur. Bu nedenle Kanal İstanbul, Montrö sözleşmesinin özünü teşkil eden Karadeniz’deki güç dengesini etkilemez.
Kaldı ki Montrö Sözleşmesi sadece İstanbul boğazını değil ayni zamanda Marmara Denizini ve Çanakkale Boğazını da kapsamaktadır. Dolayısıyla yabancı gemilerle ilgili sınırlama İstanbul’a ulaşmadan, daha Çanakkale boğazının önüne geldiği andan itibaren başlamaktadır.

Sizce Türk-Çin ilişkileri nasıl devam eder?

Türkiye ile Çin arasındaki dikenli konu Uygur Türkleri konusudur. Uygur Türkleri arasında dini motiflerle şiddete başvuran bir kesim bulunduğu bilinmektedir. Çin’in bu etnik azınlığa karşı davranışlarında aşırılıklar olduğu da bilinmektedir. Bu durumda izlenecek en makul yol şudur: Türkiye ile Çin’in aralarında istişare edip, bu etnik azınlığın, dini ve kültürel haklarını serbestçe kullanmalarına imkân verecek bir çerçeve üzerinde mutabakata varmalıdırlar. Türkiye, Sincan bölgesindeki Uygurların milliyetçi duygularını köpürtmemelidir. Çin de Uygurların kültürel kimliklerini korumalarına ve geliştirmelerine yardımcı olmalıdır.

Rus-Türk ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Türkiye ile Rusya yaratıcı bir işbirliği modeli geliştirmişlerdir. Bu işbirliği modelinin özeti şudur: İki ülke, ilişkilerini kompartmanlara ayırmışlardır. Böylelikle, bir kompartmanda ters giden işler, ilişkilerin başarılı bir şekilde cereyan ettiği öteki kompartmandaki iyi ilişkileri olumsuz olarak etkilememelidir. Bu model şimdiye kadar oldukça başarılı biçimde yürütülmüştür. Bundan sonra da yürütülmemesi için bir neden yoktur.

Orta vadede (10-15 yıl) Türkiye'nin rolünü, misyonunu ve hedeflerini nasıl görüyorsunuz?

Türkiye Orta-Doğu bölgesinde stratejik bir coğrafyayı elinde bulunduran orta büyüklükteki bir devlettir. 1946 yılından beri, birçok eksikliklerine rağmen, çok-partili demokrasiyi uygulamaya çalışmaktadır. AK Parti’nin 2011 yıllarından itibaren demokrasi ve temel haklar konusundaki gerilemeyi bir yana bırakırsak, bu demokratik deneyim bir kazanım olarak Türk seçmenin zihninde mevcuttur. Zaman zaman “Yeni-Osmanlıcılık” gibi kavramlara heves duyan üst düzey yöneticiler de çıkmaktadır. Ancak bunu, her toplumda rastlanabilen sınırlı sayıdaki bir kitlenin özlemleri ve aşırı düşünceleri olarak görmek gerekir. Nasıl Çarlık Rusya’sını veya Sovyetler Birliğini geri getirmek artık zor ise Osmanlıcılık hayalleri kurmak da o derece hayalperestçe ve tehlikeli bir ideolojidir.

Orta vadede Türkiye, Orta-Doğu bölgesinde orta büyüklükte bir devlet olmaya devam edecektir.

Rusya Uluslararası Politik ve Ekonomik Stratejiler Enstitüsü (RUSSTRAT) https://russtrat.ru/comments/24-avgusta-2021-0010-5668