Ramazan - 7

Teravihler bahçeye indi

Ramazan'ın sıcak aylara denk gelmesiyle birlikte teravih namazlarının şekli de değişti. Özellikle Gü-neydoğu vilayetlerinde teravihler cami bahçelerinde kılınmaya başlandı. Açık havada teravih kılmak hem cemaati rahatlattı, hem de devamlı çalışan klimalardan tasarruf edildi.

Ramazan ayının yaza gelmesiyle teravih namazları cami bahçelerinde kılınmaya başlandı. Başta Gaziantep olmak üzere sıcaklığın yüksek olduğu Adıyaman, Diyarbakır ve Şanlıurfa gibi Güneydoğu illerindeki bazı camilerde teravih namazları cami avlusunda eda ediliyor. Cemaat terlemeden namaz kılmanın huzurunu yaşarken, klimaların harcadığı enerjiden de tasarruf ediliyor.

Gaziantep'te namazın dışarıda kılındığı camilerin başında Kemal Akınal Camii geliyor. Namaz için ses sistemi akşamları avluya taşınıyor. Caminin bahçesi, her gün yıkanıyor. Teravih için kadınlara da caminin hemen yanındaki parkta özel bir bölüm oluşturuldu. Serin havada kılınan teravih, okunan salât ve selamların ardından dua ile son buluyor.

Gaziantep'teki Eruslu Camii'nin yanı sıra Adıyaman İl Müftülüğü Mescidi de dışarıda teravih kılınan mekânlardan. Adıyamanlılar, Müftülük Mescidi'ndeki bu uygulamaya yoğun ilgi gösteriyor. Mescidin bahçesi yatsı ezanının okunmasıyla doluyor. Adıyaman İl Müftülüğü Şube Müdürü Mehmet Emin Alkayış, açık havada namaz kılmaya mahalle sakinlerinin yoğun ilgi gösterdiğini söylüyor. Kemal Akınal Camii imamı Faysal Ateş ise bahçede teravih teklifinin cemaatten geldiğini ifade ediyor.


İstanbul'dan Hicaz'a yaşanmış bir sadaka hikâyesi

Günlerdir beklediğimiz umre yolculuğumuz artık başlamıştı. İhramlarımızı giymiş uçağa alınacağımız salona doğru ilerliyorduk. Dillerde 'lebbeyk' duası, gönüllerde heyecan vardı.

Her adımda kalp ritmimiz artıyor, ayaklarımız hızlanıyordu. Gruptan kopmamak için acele ederken, karşıdan gelen orta yaşlı biri, aniden önümüzde durdu. Cebinden 100 dolar çıkardı ve uzattı. "Rica etsem, sadaka olarak dağıtabilir misiniz?" diyordu. Kısa süren şaşkınlığın ardından adını sorabildim. "Önemli değil, Allah rızası için Kâbe'nin etrafındaki garibanlara dağıtırsanız çok memnun olurum." dedi bu kez. Israrlarım üzerine sadece ismini ve Laleli'de bir esnaf olduğunu söyledi.

"İnşallah" deyip emaneti kabul ettiğimde, Zafer Bey tebessüm eder vaziyette ve "Allah razı olsun!" dualarıyla uzaklaşıyordu. Açıkçası sadaka konusunu hiç düşünmemiştik. Kime, nerede, nasıl verilirdi? 'Hayırlısı' deyip yolumuza devam ettik...

Mukaddes beldede, o eşsiz mekânların hakkını vermeye çalışırken, aklımın bir kenarında Zafer Bey'in emaneti vardı. 100 dolarını, riyale çevirmiştik... Mescid-i Haram'da geçirdiğimiz ilk gecenin sonunda sabah namazını Davudi sesli imamın arkasında eda ettik. Sonrasında otele doğru yola koyulduk. Hava yeni aydınlanıyordu. Dış avluda ilerlerken, yanımızda siyah giysili, yüzü peçeli bir kadın belirdi. Bir şeyler söylüyordu. Dikkatli dinleyince "Ya hacci, sadaka!" dediğini anladık. Galiba, Zafer Bey bu kişileri kastetmişti. O halde emaneti teslim etmenin tam zamanıydı.

Önemli bir görevi ifa etmenin huzuru ve gururuyla çantadan 10 riyal çıkarıp uzattım. Kadın, hiç kesmediği dualar eşliğinde parayı alırken, peşinden ona benzeyen birisi daha geldi. Olsun, nasıl olsa Zafer Bey'in 100 doları 370 riyal etmişti. Ona da 10 riyal uzatıyordum ki, arkasından bir kadın daha... "Acaba az önceki kişi miydi?" Bu arada sayıları artmaya başladı. 4, 5, 6..15 derken etrafımız sarılmıştı. Hepsi birden makineli tüfek hızında sadaka istiyordu. "Aman Allah'ım, ne olacak şimdi?" Ama bir kere başlamıştık, hepsine vermeden olmazdı. 'Sadaka' almadan bırakacak gibi gözükmüyorlardı. Sayıları iyice artmıştı, en az 15 kişiydi. Ortak ifade, "Ya hacci sadaka!" idi. Bir ara eşimin, "Yanlış yaptın, hiç başlamayacaktın!" dediğini duydum. Galiba haklıydı. Artık kaçmaktan başka çare kalmadı. Yoksa, değil Zafer Bey'in sadaka parası, kendi harçlığımdan bile olabilirdim...

Servise ulaştığımda rahat bir nefes aldım ve hemen Zafer Bey'in riyallerine baktım. 90 riyal eksikti, yani 9'uncu kişiden sonra kurtarmıştık paçayı! (Sonradan öğrendik ki, bazı zenginler buraya gelip sadaka almayan kalmayıncaya kadar para dağıtırmış. Galiba bizi de onlardan zannetmişlerdi.)

Sadaka işi böyle olmayacaktı. En iyisi kurumsal bir muhatap bulup meseleyi oraya havale etmekti. Rehberimiz Suudi devletinin yetiştirdiği kurrâları (hafız) işaret etti. Kafamıza yatmıştı; ama çok geçmeden Zafer Bey'in "Garibanlara dağıtın!" sözleri çınladı kulaklarımda. Aksi halde, emanetin hakkına halel gelebilirdi. Herhangi bir irtibat numarası olmadığı için de soramıyorduk. Bu durumda 'garibanlara' dağıtmaktan başka çare yoktu. Ama bu sefer daha tenha mekânları seçtik.

Zafer Bey'in sadakası çok bereketliydi. Hira ve Sevr dağlarının eteklerinde Türk hacıları gözetleyen garibanlardan tutun, Mescid-i Nebevi'deki temizlik görevlisi fukaralara, oradan Medine'de okuyan Afgan öğrencilere kadar pek çok kişinin hayır duasını aldı. Onlar Zafer Bey'i bilmiyordu, haliyle dualar bize ediliyordu; ama yerdeki ve gökteki her şeyden haberdar olan Zat (cc) hem vereni, hem alanı, hem aracıyı, hem de niyetleri biliyordu...


'Ramazan'ın bereketi iftar sofralarını süsleyen öğrencilerde saklı'

Emekli öğretmen Sevim Kuşçu, Ramazan ayında iftar sofrasına davet ettiği gençleri tanımasa da onların evini şenlendir-mesi, sofrasında yemek yemeleri karşısında mutlu olduğunu söylüyor. Birbirinden lezzetli yemekleri hazırla-mak için hummalı bir çalışma içine giren Kuşçu, "İnanın sanki melekler yardıma geliyor, işim çabuk bitiyor." diyor.

Ramazan bereketin, paylaşmanın, hoşgörünün ayı. Gönül kapılarının ardına kadar açıldığı, zenginin yoksulu daha fazla anladığı bu ay, her kesimden insanı aynı noktada buluşturarak sınıf farklılıklarını ortadan kaldırıyor. Ramazan deyince akla gelen bir diğer güzellik ise iftar ve sahur sofraları. Birbirinden lezzetli yiyeceklerle süslenmiş bu sofralarda misafirler ağırlanıyor. Eş, dost, akrabanın toplandığı bu sofralara bazıları da her gece hiç tanımadığı insanları ağırlıyor. Bunlardan biri emekli öğretmen Sevim Kuşçu. 51 yaşındaki Kuşçu, 9 senedir öğrencileri misafir ediyor. Bu onun için adeta bir görev olmuş. Akşama gelecek misafirleri için sabah kalkar kalkmaz hummalı bir çalışmaya başlayan Kuşçu, hazırladığı birbirinden lezzetli yemekleri sunmaktan büyük keyif alıyor. Gündüz okunan mukabeleden sonra iftar sofrasını hazırlama işine girişen Kuşçu, 'Ramazan'ı yemek yaparak geçiriyorsun, ibadet et!' diyenlere ise en güzel cevabı veriyor: "Bu da ibadet, Allah rızası için atılan her adım ibadet. Yeter ki O'nun rızasını hedef edin."

Her gün bu kadar çok çeşit yemeği nasıl yetiştirdiğini ise şöyle anlatıyor: "İnanın ki melekler yardıma geliyor sanki. İşler çok çabuk yapılıyor, zaman pek verimli oluyor. Hem az bir parayla bütün malzemelerimi alabiliyorum. Hedef Allah rızası olunca."

Kuşçu'nun hizmetine en büyük katkıyı ise eşi sağlıyor. Neredeyse günaşırı gelen misafirler nedeniyle annesinde ve lokantada iftar açmak zorunda kalan eşi bir gün bile sitem etmemiş. Aksine destek veriyor. Sevim Hanım da eşinin bu fedakârlığının hizmetini kolaylaştırdığını vurguluyor. Sevim Kuşçu'nun misafir sevgisi yalnızca Ramazan ayına özel değil. Yılın her ayı misafir ağırlayan Kuşçu, misafirin bereketini anlata anlata bitiremiyor. Bu özelliği annesinden miras kalmış. Misafiri çok seven annesi, ablası ve kendisine de öğütlemiş. Kuşçu yeni neslin misafir konusundaki hassasiyetsizliğine de değiniyor ve ekliyor: "Misafir severseniz hem eviniz, hem ömrünüz bereketlenir."

"Allah Teala kimin ne yeteneği varsa o konuda hizmet ettiriyor." diyen Kuşçu "Benim hizmetim yemek pişirmekse, ömür boyu pişirebilirim." ifadelerini kullanıyor.



Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldıgın namazlar, yaptıgın ibadetler sana o aydınlıgı vermiyor, hakîkati göstermiyor.
Hz. Mevlâna (k.s.)






Ey yerlerin ve göklerin tek sahibi, ihtişamını hiçbir aklın kavrayamadığı, ancak secdeye kapanarak teslimini arz ettiği Yüce Allah'ımız (cc). Sen bizim yegane havlimizsin, kuvvetimizsin ve Sen (cc) bizlerin en güzel vekilisin. Her an ve her zaman Senin yardımına ve inayetine muhtacız. Lütfunla bizi Cennet'ine al, rahmetinle bizi bu çöllerde mahv ü perişan eyleme.






Hanım dedi, öğrenci misafirlerimiz var iftara 10 kişi, gelirken bir tavuk al. Yetmez diye iki tavuk aldım eve geldim. Dedim yemeği bol yap, az olmasın. Toplam 4 kişi geldi. Üç gündür hanım aynı yemeği ısıtıp ısıtıp yediriyor. İmdat!

 

 



Sebzeli bulgur pilavı


MALZEMELER

2 su bardağı pilavlık bulgur, 2 adet soğan, 2 adet domates, 2 adet yeşil biber ,1 çay bardağı sıvı yağ, 1 çorba kaşığı salça, 3,5 su bardağı su, kırmızı biber, karabiber, tuz

HAZIRLANIŞI

Bulguru yıkayıp süzün. Diğer tarafta bir tencerenin içerisine ince doğranmış soğanı kavurun. İnce ince doğradığımız biberleride ekleyin. Daha sonra küp küp şeklinde doğranmış domatesleri de içine atıp karıştırmaya devam edin ve salçayı ilave edin. Domateslerin suyu çekilince, bulgurları tencereye boşaltıp kavurun ve suyunu ilave edip, tuzunu, karabiberini, kırmızı biberini de ekleyip kapağını kapattıktan sonra kısık ateşte suyunu çekmeye bırakıp demlendirin. Sıcak olarak servis yapın.

Kaynak: ZAMAN