Türk-Rus ilişkilerinde Suriye uyuşmazlığı
Uluslararası sorunlar üzerindeki bir uyuşmazlık, iki ülke arasındaki dostane ilişkileri olumsuz etkileyebilir. Türk-Rus ilişkilerinde şu anda böyle bir durum yaşanıyor. Suriye krizi yüzünden bu ilişkilere gölge düşüyor.
Oysa Soğuk Savaş’tan sonra hızlı bir gelişme kaydeden iki komşu arasındaki ilişkilerde direkt “ikili” bir mesele veya anlaşmazlık yok. Gerçekten Türkiye ile Rusya, hızlı bir şekilde, kısa zamanda “düşman” durumundan “yakın dost” noktasına ulaşabildiler. İki ülke arasındaki ilişkiler ticaretten turizme, enerjiden diplomasiye kadar pek çok alanda “stratejik işbirliği” diye tanımlanan en ileri aşamasına geldi.
Ankara ve Moskova, uluslararası platformda, diğer ülkelerle ilgili meselelerde (Filistin, İran gibi) kendilerini çok yakın pozisyonlarda buldular. Ancak Suriye krizinde böyle olmadı. Kriz büyüdükçe, Ankara ile Moskova arasındaki görüş ayrılığı giderek derinleşti.
Bunun şimdiye kadar ikili ilişkilere olumsuz bir yansıması olmadı. Ama Suriye krizi büyüdükçe bunun “stratejik ortaklık” anlayışı ve karşılıklı güven havası üzerinde bir izdüşümü olması riski var. Yeter ki iki taraf da dostluk ve işbirliğinin değerinin bilinci içinde bu riski atlatmasını bilsinler...
Farklı pozisyonlar
Başbakan Erdoğan’ın yarın Moskova’ya yapacağı “çalışma ziyareti”nin amacı da Suriye krizi üzerinde yapıcı bir diyalog kurmak, bu konudaki görüş ayrılıklarını törpülemeye ve çözüme yönelik çabaları birlikte yürütmeye çalışmaktır.
Son haftalarda Erdoğan ile Putin, Davutoğlu ile Lavrov arasında temaslar oldu. Meksika’daki G-20’ler zirvesi ve Cenevre’deki Suriye konferansı sırasında istişareler yapıldı. Ancak kabul etmeli ki, basında aksettirilmek istenen havaya rağmen, iki tarafın da pozisyonları aynı -yani birbirine ters- kaldı...
Bunu çok basite indirgersek, özdeki temel fark şudur: Türkiye, “Esad’sız” bir çözümden yana. Rusya ise, çözüm sürecinin “Esad ile” yürütülmesinde ısrarlı...
Erdoğan Hükümeti, Esad’ı çoktan gözden çıkardı, Şam’da rejim değişmeden bu krizin çözümlenemeyeceğini hep savundu ve bu yaklaşımla, muhalifleri örgütlemeyi üstlendi, Hür Suriye Ordusu’nun direnişine arka çıktı.
Putin yönetimi ise, kendi stratejik ve ekonomik çıkarları nedeniyle, işin başından itibaren Esad’ın yanında yer aldı. Moskova, Esad’ın muhaliflerine karşı gaddarca davranması, hatta katliamlara girişmesi ile ilgili değil. Onun arzusu, Esad’ın gitmesi halinde, onun politikalarını sürdürecek bir rejimin iş başında kalmasıdır. Buna kimileri “Esad’sız Esadizm” diyor!
İkna etme zorluğu
Ankara’nın olduğu gibi, Moskova’nın da bu temel pozisyonlarından vazgeçmesi söz konusu değil. Son günlerde Rus diplomasisinin bazı girişimleri oldu. Örneğin Lavrov Suriye muhalefetini Moskova’ya davet etti. Amaç, Cenevre’de de mutabık kalındığı gibi, şimdiki rejim ile bazı muhaliflerin yer alacağı geniş tabanlı bir “geçiş hükümeti” kurmaktır. Bir de tabii nerdeyse rafa kalkmış olan Annan Planı’nı hayata geçirmek... Fakat muhalifler bir “Nyet” (Rusça “Hayır”) çektiler, Esad orada oturdukça ne böyle bir hükümete katılacaklarını, ne de silahları bırakacaklarını bildirdiler...
Bu kadar kanın aktığı bir ortamda, taraflar belli pozisyonlarından geri adım atmaya niyetli değil.
Esad rejiminin koruyucusu durumundaki Rusya kadar, Batı ile aynı safta bulunan Ankara’nın da temel pozisyonlarını ısrarla korudukları açık.
Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın Putin’i (bazı gazetelerde önü sürüldüğü gibi) “ikna etme” çabasının Kremlin’in duvarlarına çarpması ve yankı bulmaması, şaşırtıcı olmayacaktır. Herhalde Putin’in de Erdoğan’dan Suriyeli muhaliflere ve direnişçilere destekten vazgeçmesini istemesi için de, aynı şey söylenebilir.
Kısacası, Erdoğan-Putin buluşmasından Suriye krizini çözecek bir mucize beklememeli. Ancak bu samimi diyalogun devam etmesi ilişkilerdeki “Suriye gölgesi”nin etkisini azaltması bakımından önemli ve yararlıdır...