Ramazan - 20

Mü'minin iki vasfı ne güzeldir: Sabır ve dua

Peygamber Efendimiz (sas), "Müminin iki vasfı ne güzeldir: Sabır ve dua." (Münâvî, Feyzu'l-kadîr, 6/374.) buyurur. Sabır, müminin vasfı olarak pek çok ayet ve hadiste geçer. Kabristanda, yavrusunu kaybetmiş, üstünü başını yırtıp uygunsuz laflar eden bir kadına Efendimiz nasihat etmek istediler. Kadın "Git başımdan." dedi.

Efendimiz, kadını rahatsız etmeden oradan ayrıldı. Kadına, O'nun Allah Rasulü olduğu söylenince kadın üzüldü ve koşa koşa özür dilemeye geldi. İşte o zaman Peygamberimiz o kadına: "Sabır, musibetin ilk şokunu yediğin zamandır." (Buhari, Cenaiz, 32) buyurdular.

Musibete karşı sabır, günahlara karşı direnmede sabır ve ibadet üzere ısrarda sabır... Her gün beş vakit namaz, senede en az bir ay oruç, muayyen miktarda zekat ve kulluğa müteallik diğer bütün emirler, ancak sabırla yerine getirilebilir. Bunlar, insan ömrünü disipline eder ve ötelere göre bir boya çalar. Böyle bir hayat, bütünüyle nuranilik çizgisinde geçer; ömür bereketlenir ve cenneti semere verir. Onun için insan, dişini sıkacak, ibadetler üzerine sabredecek ve böylece hayatını ışıl ışıl nurlandıracaktır.

Sabır kelimesiyle "sabir otu" aynı kökten gelen kelimelerdir. Sabir otunun zehir gibi acı olduğu söylenir. İşte sabır, bu sabir otunu yutmak kadar acıdır. Ancak bu acılık, işin başlangıcı itibarıyladır. Neticesi her zaman tatlı olmuştur.

Sabretme, dişini sıkma, dayanma, metanet gösterme, sarsılmama, irkilmeme, irade felcine uğramama, her gün zehir zemberek hâdiseleri sineye çekme ve dayanma elbette kolay bir iş değildir. Ancak bütün bunlar ilk musibet şoku anında yapılmalıdır. Çünkü yer değiştirme, başka bir vaziyete intikal etme, psikolojik olarak her zaman insanın ruh haletinde değişiklik hasıl eder ve onu sarsan hâdiseleri unutturur.

Diyelim ki, başımıza bir musibet geldi. İlk bakışta, bu musibete dayanabilmemiz mümkün değil gibi... Hemen bu şoku atlatmanın çaresine bakmalıyız. Bu da ya bulunduğumuz durumu değiştirerek ki, ayakta isek oturarak, oturuyorsak yatarak veya yapmakta olduğumuz işin keyfiyetini değiştirerek; meselâ, abdest alarak, namaz kılarak veya en azından konuştuğumuz mevzudan uzaklaşarak.. veyahut da bulunduğumuz mekandan ayrılarak, başka bir atmosfere sığınmakla olur. Bazen de bir nebze uyumak, şoku atlatmamıza yetebilir. Hangi şekilde olursa olsun, hâl, durum veya mekanda yapılan bu değişiklikler, şokun tesirini kırar ve tahammül edilemez gibi görünen musibeti az dahi olsa hafifletir.

Sabır, ibadetlere devam etme hususunda da çok lüzumludur. İlk anda, yeni namaza başlayan bir insan için, bu ibadet çok ağır gelebilir; fakat biraz sabreder de ruhu namazla bütünleşirse, artık bir vakit namazı kılamama, o insan için dünyanın en büyük ızdırabı haline gelir. Oruç, zekat, hac gibi ibadetler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür.

Harama karşı sabır gösterin

İnsan, harama karşı da aynı sabırla mukabele etmelidir. Günaha ilk tosladığında gösterilecek mukavemet, ondan gelecek kötü şerareleri kırar, insan da o şoku böylece atlatmış olur. Onun içindir ki Efendimiz, Hz. Ali'ye, "İlk bakış lehine, gerisi aleyhine." buyurmaktadır. Yani, insanın gözü günaha kayabilir. Ama o, hemen gözünü kapar, yüzünü çevirirse, bu onun için günah olarak yazılmaz. Hatta harama bakmadığı için kendisine sevap bile yazılabilir.

Dua, en tesirli iksirdir

"Fena hülyalar, seni hayallerinde yakalayınca, ilk fırsatta hemen uzaklaşmaya çalış. Sonra götürüldüğün yerden geriye dönemezsin." Bu ifade ilham yüklüdür. İnsan, harama karşı böyle davrana davrana, bu onda bir huy, bir karakter haline gelir. Zira, yaptığı egzersizlerle kalbinde hasıl olan imanın nuru, cehennemden bir kıvılcım durumunda olan günahlara karşı âdeta bir sütre olur. Öyle ki artık harama bakmama, onun asıl ve fıtrî davranışları arasına girer.

Her musibetin kendine göre bir şoku vardır. O atlatıldığı zaman musibet rahmete, elemler lezzete, dertler de zevke inkılâb eder... Böyle bir sînede artık ızdırap dinmiş, yerini de sonsuz bir neşeye terk etmiştir. Ancak bütün bunlar, ilk şok anının başarıyla atlatılmasına bağlıdır." (F. Gülen, Sonsuz Nur, 1/244-246)


Nebevî bir miras; itikâf

İslâmî literatürde itikâf, "bir mescitte Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmek" demektir. Hadis kaynakları Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra her yıl Ramazan'ın son on gününde itikâfa çekildiğini, hanımlarının da genelde Resûl-i Ekrem'le birlikte itikâf yaptığını nakleder (Buhârî, "İtikâf", 3; Tirmizî, "Savm", 80).

Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre Resûlullah Ramazan'da son on gün girince geceleri ihya eder, ailesini ibadet için uyandırır, ibadete daha çok önem verir, diğer vakitlere nispetle daha çok ibadet eder ve Müslümanlara da bunu tavsiye ederdi (Müslim, "İtikâf", 7).

Bir ibadet çeşidi olarak itikâf, Hz. İbrahim zamanından beri bilinmektedir (Bakara, 125). Bu ibadet, Hz. Peygamber'in hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Resulullah (sas)'ın Medine'de sadece bir sene hariç her yıl itikâf yaptığı bilinmektedir (Tirmizi, "Savm", 79).

İslâm öncesi Mekke toplumunca da bilinen itikâf, Hz. Peygamber'in uygulamalarıyla sünnet vasfı kazanmıştır. O, zaman zaman ve çoğunlukla da Ramazan ayının son on gününde Mescid-i Nebevî'de itikâfa girer, yani günün bütün saatlerini orada geçirirdi. Kendisine bu maksatla mescit içinde bir çadır kurulduğu, zorunlu ihtiyaçları dışında mescitten çıkmadığı bilinmektedir (Tirmizî, "Savm", 79).

Hz. Peygamber'in bu uygulamasından hareketle İslâm alimleri, oruç tutan kişinin özellikle Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmişlerdir. İtikâf bir nevi ibadet olduğundan itikâfa giren kişinin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve niyet etmesi gerekli görülür. Ancak kadınların evlerinin bir odasında itikâfa girmeleri daha uygun görülmüştür.

Resulullah ibadete daha fazla vakit ayırırdı

İtikâf niyetiyle mescide giren Hz. Peygamber, bu süre içerisinde ibadet için daha fazla vakit ayırırdı. Her zamankinden daha fazla Kur'ân okur ve dua ederdi. Hz. Peygamber'in (sas) bu âdeti, Medine-i Münevvere'yi teşriflerinden itibaren mübarek ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. Mü'minlerin anneleri olan Hz. Peygamber'in hanımları da Resûlullah'ın vefatından sonra da, Ramazan'ın son on gününde evlerinde itikâfa devam etmişlerdir. Pek çok hadis de bu geleneğin bir müekked sünnet olarak Peygamberimiz tarafından ümmetine "güzel bir kulluk hatırası" olarak bırakıldığını gösteriyor bizlere...

İtikâfın amacı; dünyayla ilişkileri asgari düzeye indirerek kişinin kendisiyle baş başa kalması, daha fazla ibadet yaparak, dua ederek günahlarının bağışlanmasını umması ve Allah'a daha çok yaklaşmasıdır. Bu nedenle kişinin itikâfta kaldığı sürece haramlardan kaçındığı gibi mubah olan şeylerden de kaçınarak mümkün olduğu kadar tüm zamanını ibadetle geçirmesi gerekir. Hz. Aişe (r.anha) bununla ilgili olarak şu rivayette bulunur:

"İtikâf eden kimseye sünnet olan şudur ki, hiçbir zaman hastayı ziyaret edip sormamak, hiçbir cenaze namazında bulunmamak, hiçbir kadına dokunmamak ve onunla cinsel yaklaşıma yol açacak davranışta bulunmamak ve ancak lüzumlu olan ihtiyacı için dışarı çıkmak, itikâf ancak oruçlu olarak gerçekleşir ve itikâf ancak cemaati olan camide olur" (Ebû Dâvud, "Savm", 81).

İtikâfa girmek, nefsi yasaklardan korumada daha etkili bir yöntem olduğu gibi, Ramazan'ın son on gününde olması tahmin edilen Kadir Gecesi'ne rastlama imkânı ve umudunu da artırır.

Tefekkür etme imkânı sağlar

Asırlardır kadim bir kulluk geleneği olarak devam ettirilen itikâf, insanı dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibadete vesile olması yanında, genel anlamda hayatın anlamı üzerinde tefekkür etme imkânı da sağlar. İnsanların zaman zaman böyle derin tefekküre ihtiyacı vardır. İtikâf bu tefekkürü gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabilir. Orucun müspet tesirlerini alabildiğine artıran, nefis muhasebesine insanı mecbur eden, bu ayı senenin dönüm noktası haline getirebilecek bir ibadet, Kadir Gecesi'ni aramanın en güzel şeklidir.



Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hale kor. Sonra da padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.
Hz. Mevlâna (k.s.)





Allah'ım, hiç kuşkusuz, sen, dünyam için de, ahiretim için de yararlı olanı biliyorsun. O halde, ihtiyaçlarım hususunda lütufkâr ol bana. Amin.


İttifaksız işler çatısız bina gibidir

İp, ip olarak kopar ve hiçbir şey ifade etmez. Birleşip halat olduklarında bir kıymete ulaşırlar. İttifak' halat olma demektir. Allah, her türlü başarıyı ittifakla bütünleşenlere va'deder. Oruç, Reyyan kapısından cennete götürür; sadakat da bir başka kapıdan cennete götürür. İttifak, ise en önemli bir başarı vesilesidir ve muvaffakiyete götürür.

Zaten, akıllı kimseler bunca haricî ve dahilî düşmanlara karşı ittifak etmeden başka çare düşünmezler. Bu işe bir de Allah'ın inayet bakışı var ki o her şey demektir. Bina için temel atar, duvar çıkar, pencere takar, derken çatıyı çatarsınız. İşte, içtimaî yapınızdaki çatı da Allah'ın tevfikidir. İttifaksız ve tevfiksiz hizmetler çatısız bina gibidir. Bu çatı, çok önemlidir. İnsanlar, şahsî ibadet ve tâatlerinde ne kadar ileriye giderlerse gitsinler, ittifakları yoksa sürtüşür, kokuşur ve dağılırlar. Allah, ittifakı meyve ve sebzeyi verdiği gibi vermez; onu bizim irademize bağlamıştır. İttifakı yaratacak yine Allah'tır, fakat sebep olarak bizim cehd ve gayretimiz çok önemlidir.



ÖZBEK PİLAVI

Malzemeler

2 su bardağı pilavlık pirinç, 3 su bardağı su, Yarım çay bardağı sıvı yağ, 2 çorba kaşığı margarin, 250 gr.kuzu eti, 1 adet soğan, 2 adet havuç, 2 adet domates, 1 su bardağı konserve bezelye, 1 demet maydanoz, Kekik, Karabiber, Tuz

Hazırlanışı

Pirinçleri iyice yıkayın ve süzün. Tencereye margarini koyup kuşbaşı doğranmış etleri ve küçük küçük kesilmiş soğanı da ilave edin. Etler suyunu bırakıp çekene kadar arasıra karıştırarak kavurun. Ardından tavla zarı iriliğinde doğranmış havuçları tencereye koyun. Küp şeklinde doğradığımız domatesleri de ilave edin. Son olarak bezelyeleri, bir buçuk su bardağı suyu, tuzu karabiberi ve kekiği ekleyerek, etler yumuşayana kadar pişirin. Tencereyi ateşten almadan 1-2 dakika önce ince kıyılmış maydanozu da ilave edin. Ayrı bir tencereye sıvı yağı koyup biraz kızdırın. Suyu iyice süzülen pirinçleri tencereye koyun. Şeffaflaşana dek kavurun. Sonra bir buçuk su bardağı sıcak su ilave edip tuzunu ayarlayın. Pilavı 15-20 dakika demleyin ve sonra geniş bir servis tabağına alın. Ortasını havuz gibi açın ve hazırladığınız içi koyun. Afiyet olsun.

Kaynak: ZAMAN