Rusya ile stratejik ortaklıkta eksik halka - YORUM

| Abdülhamit Bilici

İçinden geçtiğimiz çok zor konjonktüre rağmen Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin üçüncü toplantısı için Putin’in İstanbul’a gelmesi sıra dışı bir olay.

Konjonktür, gerçekten zor ve hatta olağanüstü. Dünyanın ve Türkiye’nin bir numaralı gündemi olan Suriye krizinde Moskova ve Ankara, zıt kutuplarda yer alıyor. Ankara, ne kadar Şam’daki Baas rejiminin değişmesini istiyorsa Moskova da o kadar rejimin arkasında. Esed’in sonunu getirmesi beklenen birçok tasarı, Güvenlik Konseyi’nde Rus vetosuna takıldı.

“Rejimin avukatı değiliz, iki tarafa eşit mesafedeyiz” şeklindeki açıklamalara rağmen Rusya’nın Baas’a desteği, BM ile sınırlı değil. Moskova, Esed’in en zor gününde savaş gemilerini yola çıkararak Doğu Akdeniz’deki Tarsus limanına demirledi. Suriye’ye müdahaleyi düşünen varsa bile bu hareketten sonra tekrar düşünmesi gerekecekti.

Suriye konusundaki fikir ayrılığı, kolay tamir edilecek cinsten değil. Türkiye, Rusya’dan Esed’i çekilmeye ikna etmesini istiyor; Moskova ise Türkiye’nin muhalefeti Esed’li bir çözüme ikna etmesini.

Sorun, Tarsus’taki Rus gemileriyle sınırlı değil. 11 Ekim günü Türkiye ve dünya kamuoyu, Moskova-Şam seferini yapmakta olan bir yolcu uçağının Türk jetleri tarafından zorla Esenboğa’ya indirildiğini öğrendi. Yapılan aramada, sivil bir uçakta taşınması uluslararası anlaşmalara uygun olmayan füze parçası gibi askeri mühimmat bulunduğu açıklandı. Mühimmata el konarak uçak serbest bırakıldı; taraflar alttan aldı ama hadise elbette ağızlarda kekremsi bir tad bıraktı.

Ayrıca, Suriye krizinden dolayı muhtemel Türkiye’nin istediği Patriotların konumlarını tespit için NATO heyetlerinin incelemeler yaptığı ve Ankara’nın bu girişimine Kremlin’in sert tepki verdiği bir konjonktür.

İşte bu zor konjonktüre rağmen Putin’in Türkiye’ye gelmesi ve iki ülke ilişkilerinin normal seyrinde devam etmesi, Rahmetli Turgut Özal’ın Soğuk Savaş’a rağmen “meyve-sebze ile doğalgaz takası” formülüyle temelini attığı ilişkilerin oldukça sağlam bir noktaya geldiğinin delili. Bazı konulardaki görüş ayrılığına rağmen ilişkilerin sürmesi, Ankara-Moskova hattındaki normalleşmenin de habercisi.

Kullandığımız doğalgazın yüzde 60’ını Rusya’dan alıyoruz. Bu bağlamda Türkiye, Almanya’dan sonra Rusya’nın en büyük müşterilerinden. 20 milyar dolara mal olması beklenen Akkuyu’daki ilk nükleer santralimizi bir Rus şirketi yapacak. Yıl sonunda 35 milyar dolara ulaşması beklenen ikili ticaret hacminin birkaç yılda 100 milyar dolara çıkarılması hedefleniyor. Dünyadaki krize rağmen 2011’de 3,5 milyondan fazla Rus turist ülkemize geldi. Sayıları on binleri geçen ortak evliliklerimiz var artık.

Belki unuttuk ama Türk-Rus ilişkileri, Suriye meselesinden önce 2008’de patlak veren Gürcistan krizi testinden geçti. O krizde, Rusya’nın Türkiye’nin müttefiki Gürcistan’a savaş açması üzerine Başbakan Erdoğan hem Moskova hem Tiflis’i ziyaret ederek arabuluculuk yapmaya çalışmış; Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Forumu’nun kurulmasını önermiş ve ABD savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi sırasında Montrö Anlaşması’nı harfiyen uygulamıştı. Atılan bu adımların da etkisiyle Gürcistan krizine rağmen Moskova-Ankara ekseni büyük bir sarsıntı geçirmeden yoluna devam etmişti.

Bu tablo, iki ülkenin, Rusya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi’nden Aslanbek Mozloyev’in Cihan Haber Ajansı’na verdiği röportajda dile getirdiği tavsiyeye uygun davrandığının göstergesi. “17. yüzyıldan bu yana üçüncü güçlerin en korkunç rüyası, Rusya ve Türkiye’nin ortak yaklaşımlar geliştirmesi. Bu birlikteliğin doğmaması için gerekeni yaparlar.” diyen Mozloyev, “Suriye konusundaki farklı bakış açılarının, çok boyutlu ortaklığa zarar vermesine izin verilmemeli.” diyordu.

Dün Gürcistan, bugün Suriye krizine rağmen münasebetlerin raydan çıkmaması, ilişkilerdeki derinleşmenin işareti olduğu gibi, Türkiye ve Rusya yönetimlerinin de büyük başarısı. Bu ilişkinin karşılıklı güvene dayalı stratejik bir düzeye çıkması, potansiyel olarak var olan ama bir türlü gerçekleşmeyen sonuçların alınmasına bağlı. Esed ile muhalefet arasındaki krizin veya Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ sorununun, Moskova-Ankara işbirliğiyle çözüldüğünü hayal edin. İşte o zaman, “üst düzey işbirliği”, “stratejik işbirliği”ne dönüşecek ve belki ne Patriot’a ne de üçüncü ülkelerin bölgeye yaptığı müdahalelere gerek kalacak. Ne dersiniz, Ankara ve Moskova buna hazır mı?