Nefret vaizliği! - Yorum

| Abdülhamit Bilici

Moskova - Bir grup gazeteci ve akademisyenle birlikte kuzey komşumuz Rusya’dayız. Serin havasıyla bildiğimiz Moskova’da termometre 30 dereceyi gösteriyor.

Ülkemizde sabah akşam kullanılan nefret dili, toplumsal kesimleri geçip artık aile içi bağları bile dinamitlemeye başlarken, bizi Rusya’ya getiren gerekçe bu tablonun tersine oldukça idealist bir amaç içeriyor. Milli Gazete, Hürriyet, Fox, Yeni Asya, Samanyolu, Kanaltürk, Today’s Zaman, CNN Türk gibi farklı medyalardan meslektaşlarla beraberiz. Rus medyasından da birçok isim toplantıya katılıyor.

Türkiye’den Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile Rusya’dan Medya Soyuz’un düzenlediği toplantının konusu, “Asya ile Avrupa arasında medya köprüsü”. Rusya Devlet Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı, Türk-Rus Kültür Merkezi ve Ria Reyting’in katkıda bulunduğu toplantıda iki ülkeden meslektaşlar olarak pek çok konu hakkında görüş alış verişinde bulunduk: Medya özgürlüğü, iki ülkenin medyalarında birbiri hakkındaki algı, birlikte yaşama ilkesi açısından sivil toplumun rolü, medyanın sorunları.

Ekonomik ilişkilerimiz göz kamaştırıcı biçimde gelişse de Türkiye ve Rusya medyasının buna ne kadar uyum sağladığı tartışmalı. Sadece mayıs ayında Türkiye’deki gazete ve internet haber sitelerinde Rusya hakkında çıkan haberleri inceleyen İstanbul Üniversitesi’nden Aydemir Okay’ın vardığı sonuç manidar: Yayınlanan 157 haber ağırlıklı olarak siyasi içerikli ve genel eğilimi olumsuz. Google rakip olarak Rusların geliştirdiği bir web sitesiyle ilgili medyamızda yer alan haberin başlığı, olumsuz Rus algısına dair önemli ipucu veriyor: “Rusya’dan Google’u vuracak silah”.

Rus medyasındaki Türkiye algısını araştıran Aleksey Simonovskiy’nin vardığı sonuç da farklı değil: Haberler daha çok kriz odaklı ve olumsuz. Halbuki ev sahibimiz olan üniversiteden bir akademisyenin ülkemize dair algısı medyaların çizdiğinden oldukça farklı:

“Demir Perde’nin kalkmasından sonra Rusya da ve Türkiye de çok değişti. Türkiye’yi uzaktaki bir ülke gibi yabancı değil, sanki eski Sovyet cumhuriyetlerinden biri gibi yakın görüyoruz. Çok kolay gidip geliyoruz. Zaman, Cihan gibi ciddi medya kurumlarının yaklaşımına güveniyoruz.”

Toplantının açış konuşmasını yapan Rus Meclisi’ndeki Türk Dostluk Grubu Başkanı İldar Gilmutdinov da oldukça iyimser ve özgüveni tam: “Bize göre en güvenilir ortak Türkiye. Her yıl ticaretimiz artıyor. Kırım ve diğer konularda yapmamız gerekeni yaptık. Büyük ülkeyiz, yaptırımlardan korkmayız. Bu sayede Çin ve Türkiye gibi ülkelerle ilişkilerimiz daha güçleniyor.”

Barış ve diyaloğa katkıda bulunması, hak ve adaletin sözcüsü olması beklenen medyanın, gerilim ve çatışma aracı haline gelmesi sadece Türkiye ve Rusya’nın değil, bütün dünyanın sorunu. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Onursal Başkanı Fethullah Gülen, toplantı için gönderdiği konuşmada tam da bu hastalığa dikkat çekti. Vakıf Başkanı Mustafa Yeşil’in okuduğu mektupta Hocaefendi, günümüz dünyasında çok etkin bir güç olan medyanın bir caninin elinde öldürücü bir silah, tefessüh etmiş birinin elinde ahlaksızlığı yayan bir vesile, toplumsal sorumluluğunu bilenlerin elinde ise yeryüzünü cennete çevirecek bir iksir olduğunu vurguladı.

Geleneksel medyanın toplumların hassasiyetine vâkıf olmayışına değinen Hocaefendi, Rusların Büyük Petro dediği tarihi şahsiyete, Türk medyasının tarihten kalma bir alışkanlıkla Deli Petro demesini örnek verdi. İfade özgürlüğü sorununa da değinen Gülen, Türkiye’de 29 gazetecinin hâlâ hapiste olmasının üzücü olduğunu belirttikten sonra patronların veya siyasi otoritenin baskısı sonucu ortaya çıkan otosansürün vicdanın hapsedilmesi olduğunu vurguladı. Çarpıcı tespitlerinden biri ise gazetecilik kültürünün bir toplumdaki genel demokratik olgunluğunun bir parçası olduğuna dair şu vurgusuydu: “Bir toplum insan hak ve özgürlüklerine saygıyı, hoşgörü ve diyalog kültürünü içselleştirememiş, siyasetçiler iç/dış düşman üretiyor, nefret vaizliği yapıyorlarsa gazeteciler de bu genel kültür çiğliğinden etkilenecektir.”

Evrensel insani değerlerin topraklarımızda yeşeren büyük temsilcisi Yunus Emre, asırlar önce söz ve medyanın bağlı olması gereken ölçüyü ne güzel ifade etmiş: “Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı/ Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz.”