Rus gazeteci İstiklal Caddesini yazdı; 1,5 kilometrede Türk kültür ve tarihi

Türkiye gündemi ile Rusça olarak yayınlanan www.mk-turkey.ru haber portalından Rus gazeteci Yustasiya Şçurova İstiklal Caddesi’nin tarihi ve kültürel özelliklerini kaleme aldı. Dükkan dükkan İstiklal Caddesini anlatan Şurova, tarihi derinlik içinde Ruslar’ın Türkiye’ye olan ilgisini anlatıyor. İşte tatlıcısından tramvayına, dondurmacısından kilisesine, Rusya Başkonsolosluğu’ndan bitmeyen gecelerine kadar Şurova’nın makalesi:

 

İstiklal boyunca yürürken siz kendinizi 19.yüzyılın sonu-20.yüzyılın başı İstanbul’unda yürür gibi hissedersiniz, şehrin eşsiz Doğu-Batı karışımını koklarsınız.

O dönemde caddeye özgü eşsiz özellik belirlenmişti ve İstiklal bankacılar, yabancılar, şehir aydınlarının çok sevdikleri bir bölgeye dönüşmüştü. 19. yüzyılın sonunda İstiklal muhteşem mağazalar, lokantalar, pastaneler, en tanınmış Paris oyunlarının sahneye koyulduğu tiyatrolar ve özgün tramvayı ile şehrin en çağdaş caddesiydi. İstiklal’i ziyaret ettiğinizde o zamandan beri burasının çok az değiştiğini anlayacaksınız.

Bu harika caddeye varmak çok kolay; merkezden Haliç tarafına giden her hangi bir tramvaya binip Kabotaş son durağına kadar gitmeli. Tramvay jetonları her durağın yanındaki jetonmatikten alınır, bir jetonun fiyatı – 2 lira (yaklaşık 35 ruble). Tramvaydan iner inmez Siz yeraltı metroya girişi göreceksiniz. Bu metro hattında tek bir durak var, bunun için Sizi bir anda Kabataş’tan Taksim’e getirecek. İşte Siz ortasında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı şerefine kurulan görkemli anıtın bulunduğu şehrin en büyük meydanında bulunuyorsunuz. Bu anıttan ‘bağımsızlık’ anlamına gelen İstiklal başlar.

Taksim meydanından hangi tarafa gitmeniz gerektiğini anlamak için tramvay raylarını takip ediniz. İstiklal yaya cadesidir, yalnızca 1871 yılından beri burada meydana gelen eski tramvay ayrıcalığa sahip. Gerçi şehre arabalar dolduğu zaman tramvay geçmiş kalıntısı olarak bir zamanlar iptal edilmişti, ama şehir sakinleri bu sevimli kalıntıyı kurtarmaya karar verdiler ve tramvay bir süre sonra yine faaliyete geçirildi. Şimdi ondan daha genç görünmeyen sürücüsüyle birlikte yüz yıl önce olduğu gibi dar raylardan insanların yanı başından geçer.

İstiklal hiç bir zaman tenhalaşmaz, insan seslerinin gürültüleri müzik ve satıcıların sesleriyle karışıp hiç dinmez. Asya’nın renkleri Avrupa klasik mimarisiyle uyum içindedir, ve ulusal kıyafetli yüksek sesle bağıran dondurmacının butik ile yan yana olması uygunsuz gibi gelmiyor insana. İşte bu ikilik İstanbul’un en güzel özelliği.

İstiklal caddesinin şehrin gece hayatının merkezi olduğu malum. Gerçekten burada çok kafe ve gece kulübü var. Gece eğlenceleri sabah ilk ezan sesleriyle sona erer, ama akşama doğru ortalık yine canlanır. Ama bilmiş olunuz ki akşam saatlerinde cadde o kadar kalabalık ki yürümekte zorluk çekeceksiniz ve insan kalabalığı sizi Galata tarafına götürmeye başlayacak.

Eğer Siz yine oraya gitmeye karar verirseniz ‘Fransa’ sokağında kahve ya da kokteyl içmenizi ısrarla tavsiye ediyorun. Bu sokağın gerçek ismi Cezayir, ama onu ‘sokak’ olarak algılamak zor, çünkü o daha çok evler arasındaki merdivene benzer. Bu sokak sakinler arasında popüler olmuş ikinci ismini Türk mimarların tasarısını Paris sokaklarını örnek olarak alıp yaptıklarına göre edinmiş. Sokağı Paris’e daha çok benzetmek için kaldırım karolarını bile Fransa’dan getirmişler, Paris Belediye Başkanı ise 19. yüzyıl fenerler aynısı olan gerçek gaz fenerlerini hediye etmiş. Sokak, sarı ve pembeye boyanmış 30 evden ibaret. Onlardan her birinde duvarlarına çok ilginç fotoğraflar ve eşyaların asıldığı küçük müze bulunduğu kahvehane var. Açık teraslardaki kafe sedirleri, koltukları tüm sokağı duvardan duvara doluyor, sadece dar bir geçiş var. Sağdaki birinci evde samimi yaşlı bey yaşıyor. O üst katının penceresinden gülümseyerek gür sesiyle beni sokağın sonuna gezmeye çağırıyordu.  Bu sokağı bulmak hiç de zor değil – Galatasaray Lisesi arkasında İstiklal’dan sola dönüp sonra yine sola dönmeli. 50 metreden sonra kocaman tahta laleyi gördüğünüzde doğru yerde olduğunuzu anlayacaksınız.

Ama bütün bunlar akşam saatleri hakkında. Ben ise İstiklal’da öğle saatinde gezmeyi tercih ediyorum. Siz caddenin her detayını farkederek tarihleriyle şaşırtan tabelaları okuyarak yavaş yavaş zevkle dolaşabilirsiniz. İşte şu kahvehane kapısı üstündeki levhaya göre 1907 yılında, diğeri ise 1888 yılında açılmış. Ve böyle tarihi değerler burada hemen her evde rastlanır. Bu evlerde yıldan yıla nesilden nesile Türkler börek, döner pişirip gülümsemeyle Size çay ya da kahve getirirler. 173 numaralı evde bulunan 1935 yılında açılmış olan ‘Saray Muhallebicisi’nde “Siz önce buraya annenizin elinden tutarak gelirdiniz, bugün ise çocuklarınızı getiriyorsunuz” yazıyor. Türkler tercihlerinde epeyce muhafazakar, bunun için kahvehanenin içi görünüşü, yemeklerinin tadı, komşu masadaki telaşsız konuşmaların onlarca yıl önce oluğu gibi aynı kalacağından emin olabilirsiniz.

İstiklal caddesi gerçekten ağzının tadını bilen adamlar için lezzet cennetidir.  Burada tadına varacak ve hayrete düşecek ne kadar şey var! Mesela 112 numaralı evde en güzel Türk geleneksel yemeklerinden biri olan mükkemel içli köfte pişirilir. Yeni pişirilmiş köftelerin bulunduğu tezgah dışarıya götürülür, geçerken mutlaka iki üç tane alınız. Zamanınız varsa merdivenden beşinci kata çıkmanızı tavsiye ederim. Orada ‘Sabırtaşı’ adlı lokanta bulunuyor. Hem içli köfte hem İstiklal muhteşem manzarasının bol bol tadını çıkarın. Gündüz sizi memnuniyetle karşılayıp ikramda bulunacaklar, ama akşamları rezervasyon yaptırmadan boş yer büyük bir ihtimalle bulamıyacaksınız.

Ayrıca eğer siz gerçek Türk dondurmasını hiç bir zaman tatmadıysanız, Mado yazılı her dükkanda (mesela İstiklal 188) bu fırsatı yakalayabilirsiniz. Bu mükkemel tatlı Rusya’da aldığımız dondurmaya hemen hiç benzemez. Asıl unsurları salep otu ve keçi sütü olan bu sakıza benzeyen soğuk dondurmayı bıçak ve çatalla yiyorlar. Çok uzun zaman boyunca erimez. Dondurmacının kocaman dondurma parçalarını çıkarıp uzun sopayla onu ustaca döndürmesi hayli ilginç. Eğer bu usta sizinle şakalaşarak dondurmayı uzatıp çekerse ona darılmayın. Bu sadece geleneksel masun bir oyun. Uzun bekleyişten sonra tatlıyı nihayet aldığınız an çok güzel olacak.

Tatlıya düşkünler İstiklal gezisine bayılacaklar

İstiklal caddesine ilk geldiğimde ve yerlilerden nerede ve neler tatmam gerektiğini sorduğumda herşeyden önce beni çikolata ilgilendirdi. Bana içinde küçücük göze çarpmayan dükkanın bulunduğu 69 numaralı evi gösterdiler. Benim bu dükkadan haberim olmasaydı yanından geçip dikkat bile etmez, büyük fırsatı kaçırmış olurdum. Çünkü bu dükkan Meşhur Beyoğlu Çikolatacısı, gerçek çikolata krallığı! Burada çikolatanın her türleri ve tatları var, herkes memnun kalacak. Siz hiç çikolata sevmediğiniz takdirde bile bu güzelliğe sadece bir göz atmak gerekiyor.

İstanbul’un en eski pastanelerinden biri ‘Ali Muhiddin Haci Bekir’ pastanesi 81 numarada. Burada iki yüz yıldır mükkemel lokum ve şekerler yapalıyor. Ayrıca Özsüt’te (İstiklal’de iki tane var) kek ya da pasta mutlaka yemeli ve Koska mağazasından baklava almalı. Tatlıya doyduğunuzda kültürel tarihsel değerleri araştırıp yolunuza devam edebilirsiniz.

Ruslar için İstiklal Caddesi tarih sayfalarımızda önemli yer tutuyor. Burada Rusya Federasyonu Başkonsolosluğu bulunuyor. İşte onun binasına yaklaştıktan sonra ben gözlerimi kapatıyorum ve hayallerimde güneş şemsiyesiyle dolaşan korseli hanımın elinden tutan ağır başlı şapkalı beyi  görüyorum. Onlara doğru yanında çarşaflı genç kızla esmer fesli bey gidiyor. Şimdi eşleri ve çocuklarıyla birlikte Beyaz Muhafız subayları sokaktan geçip yakın meyhaneden kaybedilen Anavatanı hakkında şarkıyı söyleyen Vertinskiy’nin hüzünlü sesi gelecekmiş gibi bana geliyor. Sadece bir yüzyıl geçmişte böyleydi.

Rus generaller İstiklal’de balık satardı

1920’li yıllarda Beyaz Rus göç dalgası İstanbul’a akmaya başladı. Bir yıl içinde buraya 100 bin’den fazla Rus geldi ve şehrin beşte biri Rus oldu. Göçmenler Başkonsolosluğu yanına yerleşmeyi tercih ederlerdi, bu yüzden İstiklal de Rus oldu. Burada eski generaller geçinmeye çalışırken börek ve balık satarlardı. Kimileri buralara alışmayı başardı, kimileri yapamadı. Zihniyet farkı o kadar büyüktü ki artık 1930 yılına doğru İstanbul’da sadece bin kadarı kalabildi. Türk ihtiyarlar o zamandan beri mutlaka ‘haraşo’ (Rusça; tamam, iyi anlamına gelir) kelimesini iyi bilir.

Başkonsolosluğun ilk binası artık Çariçe II. Yekaterina döneminde XVIII yüzyılında kurulmuştu. Çariçe onun kurulması için ‘Rus toprağında bulunsun diye’ İstanbul’a birkaç gemiyle toprak göndermiş. Mamafih, o bina tamamıyla yanmıştır, ikincisi de, yani ‘Rus toprağında’ şimdi 1845 yılında kurulmuş üçüncü bina bulunuyor. Görkemli mimari yapıya hayran hayran bakıp anavatanımla gururlandıktan sonra yoluma devam ediyorum.

Birdenbire solumda avlunun ortasında bana tamamen gerçek dışı gelen bir şey gördüm. Kabahati sıcaklıkta görüp ve mantıkla binanın serap olduğunu düşünüp gözlerimi yumdum, üçe saydım ve yine açtım gözlerimi. Bina gerçek! O zaman ben kapıdan içeri girip binaya yaklaşıyorum ve birdenbire kendimi İtalya’da hissediyorum. Gözlerimin önünde oyma sütunlar, delikli küçük balkonlar ve sardunyalar saksılarıyla avlu bulunuyor. Bunun ortasında  - gotik revival tarzında dev kırmızı tuğla bina var. Bu İstanbul’un en büyük katolik kilisesi olan Aziz Anthony Kilisesi. Türkiye ölçeklerine göre kilise çok genç, yaşı sadece bir yüzyıl. Bina 1912 yılında açılmış. Onun mimarı İstanbul’da büyümüş İtalyalı Guilio Mongeri.

İstanbul farklı milletler ve dinleri birleştirir. İstanbul tolerans ve dini hoşgörü şehridir. Bu kilise de bunun açık göstergesi. Ayrıca kilisede ayinler Türkçe dahil olmak üzere farklı dillerde yapılıyor. Burada hem kıptilerin, hem kendi kilisesi olmayan marunilerin ayinlerine izin veriliyor. Avrupa’nın bir yerinde böyle dini hoşgörü hemen tasavvur edilemez.

İtalyalı rahibi benimle vedalaşırken Noel’de mutlaka geri dönmemi söyledi, çünkü kilise çok güzel süslenecek. Neyse her şey olabilir. Burada dikkat cekecek daha çok bina, yer var. Kendiniz için yeni ve ilginç şey keşfetme imkanını size bırakıyorum.

İstiklal’ın sonunda ya hediyelik ve müzik aletlerinin satıldığı ‘müzik’ sokağından geçip Galata Kulesi’nden Halice kadar yürüyebilirsiniz, ya da 19. yüzyılda Fransız mühendisin kurduğu bir tek duraktan ibaret olan ve dünyanın ikinci (Londra’dan sonra) en eski metrosuyla Tünel meydanından Galata Köprüsü yanındaki Karaköy durağına kadar gidebilirsiniz.

Kaynak: www.mk-turkey.ru