Eski Moskova Büyükelçisi: Rusya'nın Türkiye'ye karşı güven eksikliği devam ediyor
İYİ Parti kurucusu, eski Moskova Büyükelçilerinden Aydın Sezgin, Türkiye'nin dış politikada vizyon sahibi olmadığını, Rusya ile ise dengeli ve istikrarlı ilişkiler geliştirmek gerektiğini hatırlattı.
Cumhuriyet gazetesinden Duygu Güvenç'in sorularını yanıtlayan Sezgin, AKP'nin dış politikalarını, Türkiye'nin Batı ile ilişkilerini, Suriye krizi, Rusya-Türkiye ilişkileri ve S-400'ler olmak üzere bir çok konuda görüşlerini açıkladı.
Aydın Sezgin'le gerçekleştirilen röportajın tamamı:
- Biz Avrasyalılaşıyor muyuz?
Türkiye, dış politikada vizyona sahip değil. ‘Türkiye Avrasyacılığa kayıyor’ tespitini yapabilmek için Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde, dış politikada sağlam ve net bir vizyon, tutarlı politikalar çerçevesi belirlediğini varsaymak gerekir. Türkiye günü kurtarmaya, hata onarmaya çalışıyor, yalpalıyor.
- Rusya ile Suriye konusunda aynı kampta mıyız?
Türkiye elbette Rusya ile dengeli ve istikrarlı ilişkiler geliştirecektir. Önemli olan, bunu iki eşit devlet arasında karşılıklı nesnel çıkarlara dayalı bir çerçevede gerçekleştirmek ve sürdürmektir. Ancak yine iç siyasetin ve özellikle Suriye politikasında yapılan vahim hataların etkisiyle Türkiye-Rusya ilişkilerindeki dengede bazı kaymalar olmuştur. Rusya, dış politikası istikrarlı ve öngörülebilir bir Türkiye’yi tercih eder.
- S-400'leri alacağımıza inanıyor musunuz?
Türkiye'nin elbette füze savunma sistemine ihtiyacı var. Ama bütün hava savunma sistemi, erken uyarı sistemi tamamen NATO ağına entegre şekilde çalışıyor. S-400'leri NATO'ya entegre edemeyeceğiz dolayısıyla, bundan verim almamız mümkün görünmüyor.
- 80 yaşında bir insanın çatıda ev alması gibi mi?
Asansör fobisi olan 80 yaşında bir insanın 25. katta ev alması gibi. Bazı uzmanlar, bu sistemin uçakla yapılan saldırılara karşı kullanılabileceğini söylüyor. Teyid edemeyeceğim bazı hesaplara göre de, Rusya'nın Suriye'de savaşa doğrudan müdahil olduğu 2015 Eylül ayından 2017 Temmuz ayına kadar geçen sürede katlandığı maliyet yaklaşık 2,5 milyar Dolar. Bu, S-400'lerin maliyetine denk bir rakam.
- Rusya hala vizeleri kaldırmadı, neden?
Rusya, IŞİD’le bağlantılı bazı riskleri göz önünde bulunduruyor olabilir. Emniyet her hafta IŞİD mensubu onlarca Türk vatandaşını tutukluyor. Ayrıca Rus yönetiminde tüm açıklamalara rağmen, Türkiye'ye karşı güven eksikliği devam ediyor olabilir.
- Hariciyedeki değişimi resmeder misiniz?
Türkiye, tarihi boyunca ulusal çıkarlarını esas alan bir dış politika izlemiştir. Çıkarlarınız ile muhataplarınızın çıkarları örtüştüğünde işbirliği üzerinde yoğunlaşırsınız. Dış politika tatlı masallar alemi, hayaller iklimi değildir. Maalesef son yıllarda dış politikamız ulusal çıkar esasından uzaklaştı. Nesnel çıkarlar yerine belirli bir ideoloji, bazı hayaller; kişisel hezeyanIar, ihvan gibi bazı dış bağlantılar, özellikle iç siyasi saikler ve Tanpınar’ın tabiriyle ‘müphem bir mazi hasreti’ ağırlık kazandı. Bunlar öne çıktıkça Türk dış politikasının yönetimi ve uygulaması ciddi zorluklarla karşılaştı, ulusal çıkarIardan uzaklaşma bizi savrulmalara ve yalnızlığa yönlendirdi. İtibarımızda, güvenilirliğimizde aşınmalar oldu. Bunu yaşadım dersem içselleştirdim anlamı çıkabilir. Onun için yaşadım demiyorum, ama gözlemledim. Türkiye’ye bakıştaki değişikliğe şahit oluyorsunuz. Buna rağmen ülkenin çıkarlarını koruyorsunuz.
- Ulusal çıkarların terk edilmesine bir örnek verebilir misiniz?
Mısır’dan örnek vereyim. Aklın yolu, bizim Mısır’la ilişkilerimizi muhafaza etmemizi gerektirirdi. Oysa biz, İhvan'a yakınlığı öne koyduk. Darbe oldu diye bilinen noktaya sürüklememiz; siyasi, stratejik ve ekonomik çıkarlarımıza aykırıydı. Ulusal çıkar disiplinini inkar eden bir siyaset başarılı olamaz. Ayrıca zaman zaman İslam ümmetini bir dış politika aktörü gibi görüyoruz ve takdim ediyoruz. Bu hem yanlıştır hem de yanıltıcıdır. Ümmetin yeknesak çıkarları, siyaseti olmadığı, apaçık ortada. Sisi ile el sıkışmayıp El Beşir ile sıkışmak da bir çelişki.
- AKP’nin dış politikası nasıl değişti?
2002 ile 2007 arası başarılı bir dönemdi. 2010’a kadar nispeten iyi yönetildi. 2010'dan sonra iç siyasi gelişmeler, uluslararası ve bölgesel gelişmeler Türkiye'nin kimyasını bozdu adeta. Kah kendimizi zayıf gördük ve sıra dışı bir üslupla zayıf ülke tepkileri verdik, kah gücümüzü abartılı tarzda kullanmaya kalkıştık, boş bir bocalamaya girdik ve sonuçta yalnızlığa saplanmaya başladık.
- Kimleri kaybettik biz?
Demokrasi olarak adlandırılan dünyayı ve kamuoylarını kaybettik. Arap aleminin önemli bir kısmını kaybettik. Batı kamuoylarında Türkiye'ye bakış Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde bugünkü kadar kötüleşmedi. Türk insanı bunu hak etmiyor. 2003-2007’te Paris’teyken Türkiye’nin imajı ve dış politikasıyla iftihar ediyordum. Roma'da 2014 yılında Türk Büyükelçisi olmak tabii ki bir onurdu. Ne var ki, AB içinde bize en yakın ülkelerden biri olan İtalya kamuoyunda ülkeme yönelik tereddüt ve şüpheleri çok derinden hissettim. İtalyan kamuoyu; Türkiye'nin demokrasisine, hukuk düzenine, insan hakları uygulamalarına, aidiyet yalpalamalarına ve dış alemle ilişkilerindeki yanlış hamlelere eleştirel yaklaşıyor.
- Ne zamandan beri?
Bizim ilk başlarda IŞİD ile mücadeledeki mütereddit tutumumuz, tek adam yönetimine doğru gidişat izlenimi, basın ve ifade özgürlüğü üzerinde baskıların yoğunlaşması, inatla Merkez Bankası politikalarına müdahale girişimleriyle birlikte, 2015 Nisan ayından itibaren görüntümüz daha da zedelendi. Bu imaj yıpranmasına karşı gerçekten mücadele verdik. Ama olumlu olmayan bir gerçeklik karşısında alabileceğiniz sonuçlar sınırlı.
- Türkiye'nin imajında FETÖ’nün rolü ne?
FETÖ'nün tek belirleyici olduğunu söyleyemeyiz. 15 Temmuz darbe girişimi hainlikti. Başlangıçta Avrupa kamuoylarında bazı çatlak sesler çıktı, FETÖ'nün propaganda makinesi harekete geçti. Fakat bunlarla mücadele edebildik. Ama darbe sonrası uygulamalar eleştiriye tabi oldu.
- Almanya ve Hollanda ile yaşanan krizler de buna örnek mi?
İç siyaset, dış politika üzerinde her zaman etkili olmuştur, ama iç siyasetin dış politikayı tamamen rehin alması zehirli bir olaydır ve hiçbir zaman dış politikamız üzerinde bugünkü kadar etkili olmadı. Hollanda ve Almanya da iç siyasete malzeme yapıldı. Avrupa'da yabancı düşmanlığı yükseliyor ve Türkiye karşıtlığı mevcut; bunu seslendiren de genelde radikal partiler. O ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızı korumak istiyorsak, radikal partilere karşı büyük geleneksel partilerle iş birliği yöntemleri geliştirebilirdik. Yapmadık. Aksine AKP, o ülkelerdeki yabancı düşmanlığıyla beslenmeyi tercih etti.
- ABD ile ilişkileri nasıl görüyorsunuz?
Trump’a, hükümet niye ilk başlarda umutla bağlandı, anlamakta güçlük çekiyorum. Bir üslup benzerliği mi hissedildi, yoksa bazı aracılar belirli vaatlerde mi bulundu, bilemiyorum. Vize uygulamasının savunulacak hiçbir tarafı yok. Trump ile birlikte ABD’de tek bir yönetimden söz etmek zor. Her halukarda vize kararı bir büyükelçinin tek başına belirleyeceği bir durum değil. Neyse ki kalktı. Ancak, ABD ile ilişkilerimizin altyapısına da işlemiş gözüken bir kriz durumu söz konusu. Zarar bilançosu büyümeden tedavi edilmeli.
- Diplomaside tutukluluk bir koz olarak kullanılabilir mi?
Türkiye tarihi boyunca böyle bir yöntem kullanmamıştı. Soğuk Savaş döneminde casusluk olaylarında kullanıldığını biliyoruz. Türkiye'nin böyle bir izlenim vermesi dahi hatalıdır, zararlıdır. Gülen'in iadesini olağan yollardan ısrarla talep etmemiz normaldir. Keza, Yunanistan yargısının darbe teşebbüsüne doğrudan karıştığı açıkça belli, suçları sabit şahıslarla ilgili kararları da kabul edilemez.
- AB ile müzakere sürecinin sonlanmasından endişe ediyor musunuz?
Türkiye'nin adaylığı ve müzakere süreci AB müktesebatının parçasıdır. AB, Türkiye'ye rağmen müzakere sürecini sonlandırması hukuken mümkün değil. Bu, AB açısından siyaseten de zor bir karardır. İYİ Parti için, AB'ye tam üyelik stratejik bir hedeftir ve müzakere zemini korunmalıdır. Ancak, AB de büyük hatalar yaptı, kendi içinde sorunlar yaşamakta. AB nereye doğru evrilecek? Madem ki kendimizi Avrupalı olarak addediyoruz, biz de bu konularda görüş üretebilmeliyiz. Fakat bu anlayıştan çok uzak bir politika izliyoruz ve müzakereleri hızlandırma yönünde samimi bir niyet ortaya koymuyoruz. Eğri oturup doğru konuşalım, biz bugün Kopenhag kriterlerine riayet eden bir noktada değiliz. 2005'in gerisine düştüğümüze hiç şüphe yok.
- Suriye politikamız?
Baştan sona hatalıdır. Suriye realitesini, Suriye rejiminin ittifaklar oluşturma yeteneğini, direnme gücünü, Rusya’nın bu konudaki kararlılığını, İran’ın tutumunu ve iç savaşın Türkiye için yaratacağı riskleri baştan sona yanlış okumakta ısrar ettik. Bunu birçok uyarıya rağmen yaptık. Türkiye, Suriye’de işbirliği yaptığı grupların gücünü çok abarttı. Kendi rolunü, etki kapasitesini mübalağ etti. Türkiye’yi Suriye’ye müdahil olmaya teşvik eden ülkelerin, hatalarımıza ilişkin eleştirilerini gözardı etti ve siyasetlerindeki değişiklikleri görmezden geldi. Bu yanlış tutum ve tavırlar da ulusal çıkar kavramının kaybolmasından kaynaklandı.
- Suriye'de PYD-YPG'yi dışlayarak barışa ulaşılabilir mi?
PYD-YPG bugünkü haliyle Türkiye için gerçek bir tehdit. Suriye'de bir Kürt nüfus var. O Kürt nüfusun Suriye'nin yeniden yapılanma süreci içinde söz sahibi olmayı talep etmesi ve söz sahibi olması anlaşılabilir bir şey. Ama bunun PYD öncülüğünde gerçekleştirilmesi kabul edilemez. Çünkü PYD ile PKK arasında mutlak bir özdeşlik var.
- Türkiye'de çözüm süreci yeniden başlarsa PYD isim değiştirerek kabul görebilir mi?
Türkiye IŞİD’e karşı başlangıçtan itibaren daha kararlı olsaydı, ABD'nin PYD'ye bu denli ihtiyacı olmazdı. IŞİD'e karşı çok daha net tutum alabilirdik. İran'ın Suriye'deki nüfuzunu da sınırlayabilirdik. Ayrıca, IŞİD'ın Türkiye açısından bir tehdit oluşturduğu ilk andan itibaren görülmeliydi.
- İYİ Parti'ye göre Kürt sorunu nasıl çözülür?
Çözüm süreci çözüm getirmedi. Tam tersine Türkiye açısından fevkalade vahim sonuçlar yarattı. Türkiye'nin tüm vatandaşları için gerçek sorun olan demokrasi, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü konularını ele almamız lazım. Türkiye'nin sahici sorunları esas olarak bunlardır. Demokrasiler sorunlarını bu şekilde, bireysel hak ve özgürlüklerin olabildiğince genişletilmesiyle çözümlüyorlar.
- Türkiye’nin Kudüs; Filistin-İsrail politikası?
Trump'ın Kudüs kararına karşı BM Genel Kurulu'ndan çıkartılan karar önemlidir. Ancak, kendimizi kararın tek kahramanı, 127 ülkeyi seferber eden önder ülke olarak görmemiz, o ülkelerin vicdanına, tarihine, Filistin ve Kudüs'le duygusal ve dinsel bağlarına haksızlık olur. Ayrıca bu karardan duyduğumuz memnuniyeti ifade ederken, Türkiye'nin BM'in muhtelif zeminlerinde özellikle Kıbrıs konusundaki birçok oylamada yalnız kaldığını veya kendisine ancak birkaç üyenin destek çıktığını, bunun ileride de yaşanabileceğini göz önünde bulundurarak daha dikkatli bir dil kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.
- İran’daki gösterilere Türkiye’nin tepkisini nasıl okuyorsunuz?
Doğrudan şu veya bu dış güçlerin müdahalesine bağlamak kolaycı bir yorum olur. Tepkinin öncelikle toplumsal dip dalgalara bağlı olduğu kesin. Her anlamda baskıcı, halkın ekonomik beklentilerini karşılamaktan uzak bir düzene isyandır bu. Ruhani'nin reformcu olarak adlandırılan anlayışının da bu çarpık düzeni onarması mümkün gözükmemektedir. İran halkının taleplerinin meşruiyetinin Trump'tan veya İsrail'den gelen tahrikkar açıklamalarla zedelenmesi olasılığı da var. ABD'nin bu konuda alelacele BM Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırması yanlış bir tercih. İran'da iç mücadelenin derinleşmesi ve keskinleşmesi, İran'ın geniş çaplı bir istikrarsızlığa sürüklenmesi bölge açısından daha büyük risklere yol açabilir.
Kaynak: Cumhuriyet