Rus medyasında Fethullah Gülen Röportajı: Umutsuz yaşamadım
Gazeteci ve yazar Faruk Mercan, son yıllarda birçok konuda gündemde olan düşünce insanı ve sivil toplum önderi Fethullah Gülen ile iki günlük beraberliğini Rus medyasından Regnum haber ajansı okuyucuları için kaleme aldı.
Fethullah Gülen’e sorduğu soruların cevaplarından alıntılar yapan Mercan, koronovirüs salgınından korunmak için aşı yaptırmanın önemi; islam dünyasındaki düşünce sistemi; Afganistan olayları yaşanırken kadının sosyal hayattaki rolü ve benzer konulara vurgu yapıyor. Tamamı 23 Ağustos tarihinde yayınlanan yazının bazı kısımları şu şekilde: https://regnum.ru/news/society/3351178.html
Koronavirüs aşısı yapılmalı
Tefsir dersinde, not aldığım iki cümle şöyle:
“Allah dilerse beşer eliyle canlı yaratabilir. Bugün mümkün görünmese de gelecekte insan eliyle bir canlının meydana gelmesi, ölü bir insana soru sorulduğunda onun cevap vermesi ihtimal dahilindedir…”
Hocaefendi’ye, “Bu mesele ileride tıbbın erişebileceği seviyeyi mi ifade ediyor” diye sorduğumda şunları ifade etti:
“Gelecekte ölmüş bir insanı tekrar hayata döndürmek mümkün olabilir. Kalbi durmuş insanı tekrar hayata döndürme mümkün olabilir. Üzeyir Aleyhisselam öldükten yüz sene sonra diriliyor. Cenab-ı Hak, Hazret-i Mesih eliyle ölüleri diriltiyor ve anadan doğma körlerin gözünü açıyor.”
Koronavirüsü kastederek, “Virüs biraz elini eteğini çekti gibi…” dedi ve salonda konuya bilen bir misafire dönerek bilgi almak istedi. Bu misafir virüsün yeni varyantlarının çıktığını ve uzmanların aşı tavsiye ettiğini belirtince Hocaefendi, “Aşı yapılsın, ben de hep aşı yapılsın diyorum” dedi.
Hocaefendi, modern tıbbın verilerine göre amel ediyor. Korona aşısı çıkınca doktorların tavsiyesi ile her iki aşıyı da oldu.
Burada, “Aşıya itiraz eden önemli bir kesim var. Aşı insan bedenine zarar veriyor diyerek itiraz ediyorlar.” dedim.
Hocaefendi; şu soruyu sordu:
“Insana nasıl zarar verdiğine dair bir delil söylüyorlar mı, bu konuda delil var mı?”
“Aşı olan bazı insanlar öldü” dediğimde cevabı şöyle oldu:
“Başka hastalıkları olabilir, başka bazı ilaçlar aynı anda kullanılmış olabilir. Ihtimallere binaen degil, tibbi verileri, kat’i bilgileri esas almak lazım.” Hocaefendi’nin bu virüs sebebiyle üzerinde durduğu bir diğer nokta, aşı olmayanların topluma ve kendilerine verebilecekleri zarar…
Bütün dinlere ve mukaddes kitaplara saygı
Bugün Hizmet hareketi mensuplarının dünyanın dört bir tarafında diğer din mensuplarıyla münasebetleri açısından muazzam bir ölçü: Bakara suresinde ehl-i kitap ile alakalı ayetlerin tefsirinde Hocaefendi şu değerlendirmeleri yapıyor: “Kur’an'dan önce nazil olan suhuf ve kitaplara da nüzul keyfiyeti itibariyle saygılı olunması tavsiye edilmektedir… Günümüzde Hristiyanlarla ve Yahudilerle münasebetlerde çok önemli. Bu, liberal sistemler ve hümanist düşüncelerin doğmasına vesile oldu.”
Hizmet hareketi inkişaf edecek
Bugün Hizmet insanlarının maruz kaldığı sıkıntılara temas eden Hocaefendi, “Üzerimize toptan gelindi. Bize düşen sabretmek… Sabreden zaferyab olur… İki insan olduğu bir zamanda bile Efendimiz, Tasalanma Allah bizimle beraber diyor…”
Kur’an ayeti de Müslümanlara, “Ey iman edenler sabredin, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın” demiyor mu? (Ali İmran suresi 200. ayeti). Bir misafir Hizmet hareketinin daha önceki dönemlerde de baskılara maruz kaldığını, ama her seferinde hizmetlerin daha da inkişaf ettiğini söyleyince Hocaefendi, ellerini bir makas gibi açarak şöyle diyor: “İnşallah bundan sonraki açılımlar daha ciddi olur. Kendi ülkemizde hizmet etme imkanı vermiyorlar, ama bu hadiselerin (kader planında) neler vadettiği belli değil… Çünkü ızdıraplarla ve çekilen çilelerle mebsuten mütenasip (doğru orantılı) inkişaflar oluyor… Her işin bir yarını var. Yarınsız yaşamak gayesiz yaşamak demektir. Her şeyin bir yarını var, yarından da daha uzun bir yarın var, o da ebedi hayat… En kritik dönemlerde bile ümitsiz yaşamadım. En sıkıntılı hapishane dönemlerinde sıkıldığımı hatırlamıyorum. Ama bunların çektirdiği eziyetin hiçbirini yaşamadım… Ne güzel gidiyordu ve nerelere varmıştı. Türkiye’nin istikbali ona bağlıydı. Ama Cenab-ı Hakk’ın hikmetini bilemeyiz. Baş döndürücü kaderi planlar… Belki birileri çekemiyor, ama bir de dünyanın her yerinde örnek olarak ele alma var. Birilerinin karalamasına rağmen hep böyle… Kaç yerde (Hizmet uzerine) doktora çalışmaları yapılıyor. Çok önemli referanslar...”
Bir yabancı gözlemci olarak, Prof, Jon Pahl da, “Fethullah Gülen, Bir Hizmet Hayatı” kitabında, “Hizmet hareketi her baskı döneminden sonra daha da güçlenerek yoluna devam etti” diyor. İnşallah bu hakikatin tekrar tahakkukunu bekliyoruz.
Hocaefendi bu mevzulara temas ederken şu soruyu sordum:
“Üzerinde çok durduğunuz bir konu İslam düşüncesinin dokuzuncu ve onunca yüzyıllarda zirve yapması ve sonra gerilemesi… Hizmet’in eğitim kadrolarının, birinci İslam rönesansı gibi yeni bir rönesans noktasında bir mesuliyetleri var mı?”
Cevabı şöyle:
“Bunu bekliyoruz… Her alanda zirve olmuşlar. Uçma denemeleri bile yapmışlar. O zaman dünyanın çevresini hesaplamışlar. Dini ilimlerde de öyle, müspet ilimlerde de… Her şeyi harmanlamışlar. Bir daha olmayacak demek değil. Biz onun için çırpınıp durmalıyız. Gönlüm arzu ediyor ki, ilahiyat talebeleri, ilahiyat okuduktan sonra astronomi, astroloji, fizik, kimya okusunlar, Bunları harmanlayarak beraber yapsınlar. Eskiler öyle yapmış.”
“Filozofların tutarsızlığı”… “Şia asrı”…
Batılı bir çok yazar; İslam dünyasında duraklama ve gerilemeye sebep olarak İmam Gazali’nin “Filozofların Tutarsızlığı” eserini ve duruşunu gösteriyor. Onlara göre; İmam Gazali bu tavrı ile felsefeye savaş açtı ve 11. Yüzyılın sonundan itibaren İslam dünyasında serbest düşünce ortamı kayboldu. Batılı diğer bazı yazarlar ise konuya daha geniş ve objektif yaklaşıyorlar. İmam Gazali’nin Batıda Pascal ve Aydınlanma filozofu David Hume gibi isimleri etkilediğini ifade ediyorlar. İmam Gazali ile alakalı belki de en objektif eser; Oxford Üniversitesi’nin 2009’da yayınladığı “Gazali’nin Felsefi İlahiyatı (Kelamı)”… Yazarı, Yale Üniversitesi İslami Araştırmalar profesörü Frank Griffel.
Hocaefendi’ye, ne zamandır aklımda olan bu konuyu sordum.
Hocaefendi bu soruya cevap verirken İmam Gazali’nin o dönemde İslam'ın içine sızan şeylere karşı kararlı davrandığını, işte bu tavrına “sertlik” denildiğini ifade etti. O dönemde Şii akımlar ve Mutezile, İslam dünyasında bayağı karışıklığa sebebiyet vermiş, doğal olarak insanların kafaları karışmış. Hatta bazı araştırmacılar, 950-1050 arasına “Şia asrı” diyorlar. İşte İmam Gazali’nin bu tavrı, bu akımlara karşı bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor.
Hocaefendi, “Dini İlimlerin İhyası” eserini hatırlatarak İmam Gazali için, “Çok güçlü bir insan” dedikten sonra Filozof İmmanuel Kant’ın bir kitabına atıf yaptı ve şöyle dedi: “Bizim düşünce sistemimize göre değerlendirirseniz çok az yerini tenkit edebilirsiniz…” Demek ki mesele felsefe düşmanlığı değil, felsefe adına söylenenler…
Diğer taraftan Hocaefendi, İslam'da düşünce özgürlüğü ortamının çok önce, Emeviler dönemindeki baskıyla zedelenmeye başladığını ifade ediyor. Daha önceleri bir konuşmasında da düşünce hakkında şu yaklaşımı sergilemişti:
“Düşünme, insanın en mümeyyiz vasıflarından biridir. Düşünen insan, üzerine sel gibi gelen problemlerden kolaylıkla kurtulabilir veya kurtulmanın yollarını öğrenebilir. Bizi, düşüncenin engin iklimine götürecek bilgilerin geliş keyfiyeti, bu problemlerden er veya geç nasıl kurtulacağımıza tesir edecektir. Bu zaviyeden alacağımız bilgilerin nasıl ve ne şekilde geldiği çok ehemmiyet kazanır. Gelen bilgilerin doğru veya yanlış olduğunu anlayacak bir düşünme sistemi olmadığı takdirde, güzel bir tasnif yapılmayacak, neticede yanlışları doğru, doğrulan ise yanlış olarak alma durumuna düşülecektir. Bundan da anlaşılıyor ki bilgilere ulaşmadan önce sağlam bir düşünce sistemi elde etmemiz zaruridir. Daha değişik bir ifade ile gelen bilgileri süzgecinden geçirecek "DOĞRU MANTIK" elde edemediğimiz müddetçe, fikir ve hükümlerimizde daima yanılacak ve bu yanılma da bizi hakikatten uzaklaştıracaktır.”
Kadın… Cihangirleri Anneler Yetiştirir
Cuma günü, cuma namazından sonra dışarıda açık alanda yapılan sohbette bayanlar da vardı. İkram gelince Hocaefendi, ikramın bayanlardan başlamasını istedi. Sohbetin bitiminde kalktığı zaman da bayanlar tarafına dönerek “Müsadenizle” diyerek kalktı. Zannediyorum, bu enstantane, Hocaefendi nezdinde kadınların konumuna dair cok önemli bir şeyi ifade ediyor. Hadis derslerinde Arapça okunan hadislerin daha sonra tercümelerine baktım. Erkeklerin, kadınlar ve çocukların camideki namaz safları ile alakalıydı. Kadınların hayatın her alanında var olmasını salık veren bir diğer önemli husus…
Günümüzde Afganistan ve İran gibi yerlerde kadına dini prensiplerden uzak yaklaşımı görüyoruz. Gülen bir konuşmasında kadının toplumdaki yerini de net ortaya koyuyor:
Cihangirleri anneler yetiştirir. Büyük insanları, İnsanlığın İftihar Tablolarını hep anneler şekillendirir. Kadın kendine âit bu meziyetlerle, erkek de yine kendisine âit kabiliyetlerle örfaneye iştirak ederse, bu bütünleşmeden cennet ikliminin yaşandığı bir aile ve fazilet topluluğu vücûda gelir.
Bir manada kadın ve erkek ayırımı yapmıyoruz. Yani fiziki durum ayrılığı filan var. Bence kadın ve erkek bir hakikatın iki yüzü gibi olmalı. Kadınsız erkek, erkeksiz kadın olmayacağı ilk hilkatle ortaya çıkmış. Hazreti Adem'in kadınsız cennetteki istırabı ve kadınla bütünleşince, cennetin gerçek cennet olması da biraz işte bu iki varlığın bu çiftin beraber bulunmasına bağlıdır.
İslam açısından bu meseleyi bakacak olursak. Peygamber Efendimiz (sav), Kuran, Kuran'daki öğretiler kadını erkekten tefrik etmemiştir. Zannediyorum ifratlara tefritlere giriliyor, yani denge bozuluyor burada. Bu iki varlık bazı hususi yanlarıyla birbirinden ayrılırsa, mesela erkeğin fiziki gücü vardır, ama kadının da psikolojik gücü vardır. Ve bunu erkeğine karşı her zaman kullanabilir. Allah yaratırken, maddenin en küçük parçalarından kainatlara kadar, hatta madde karşısında antimadde koyarak, böyle bir birlik meydana getirmiştir. Ayırıma gerek yoktur