Gül: 'Demokrasiye geçiş meşakkatli bir süreçtir'

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Rusya’nın Yaroslavl kentinde düzenlenen Küresel Politika Formu’na katıldı. Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’in şeref konuğu olarak davet edilen Gül, “Toplumsal Çeşitlilik Çağında Modern Devlet” temasının ele alınacağı kapanış oturumunda bir konuşma yapan Gül, ziyaret vesilesi ile Moskovski Komsomolets gazetesi ve Türkiye gündemi ile Rusça olarak yayınlanan www.mk-turkey.ru haber portalına özel röportaj verdi. İşte Gül'ün röportajının tam metni:

 

Rusya'nın Yaroslavl kentinde yapılacak zirve çalışmaları ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Gündeminizde hangi konular olacak? 

Bu yıl üçüncüsü düzenlenmekte olan Yaroslavl Forumu’na Devlet Başkanı Sayın Medvedev’in davetlisi olarak katılmaktan mutluluk duyuyorum. Kısa sürede küresel anlamda düşünce dünyasına ve siyasi tartışmalara önemli katkı sağlayan bu güzide platformda, seçkin bir dinleyici topluluğuyla bir araya gelecek ve “modern devlet” teması etrafında şekillenecek tartışmalara kendi tecrübelerimiz ışığında katkıda bulunmaya çalışacağım. Devlet Başkanı Sayın Medvedev’in inisiyatifi ile hayatiyet kazanan bu Forum’un günümüz toplumunun  hızla değişen ihtiyaçlarını ve yönetimlerin karşı karşıya kaldığı sorunları sağlıklı şekilde değerlendirerek ortak bir akıl geliştirmemiz ve doğru adımları atabilmemiz için yararlı bir platform teşkil ettiğine inanıyorum.Geçtiğimiz senelerde gerçekleştirilen iki forumda modern devlet kavramının derinlemesine incelendiğini ve günümüz şartlarında bunun ne anlama geldiğinin etraflıca ele alındığını biliyorum. Bu seneki toplantımızın odak noktası ise toplumsal çeşitlilik olacak. Forum’da yapacağım konuşmada, Türkiye olarak konuya bakış açımız hakkında katılımcıları bilgilendirecek ve onlarla değerlendirmelerimi paylaşacağım.Forum vesilesiyle bin yıllık köklü tarihiyle; siyasetten ekonomiye, kültürden bilime, sanattan spora dek pek çok alanda modern gelişmelere katkıda bulunmuş olan ve dünya kültür mirasının önemli eserlerini bünyesinde barındıran Yaroslavl şehrine yapacağım ziyaret sırasında, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı, değerli dostum Sayın Medvedev ile ikili bir görüşme de yaparak Türkiye ile Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerde gündemde bulunan konuları ele alacak ve ülkelerimizi ilgilendiren uluslararası ve bölgesel konularda kendisiyle görüş alış verişinde bulunacağım.

Rusya-Türkiye ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Stratejik ortaklık vurgusu siyasi, ekonomik ve kültürel alanda hangi projelerle destekleniyor? 

Rusya Federasyonu ile ilişkiler  özelde Türkiye’nin komşuları ve yakın çevre ülkeleri  ile ortaklaşa güvenlik, istikrar ve işbirliği ortamı inşa etme emeli, genelde ise, çok yönlü ve dengeli dış politika anlayışının başlıca unsurlarından biridir. Olumlu ilişkilerimiz tüm bölgenin barış, istikrar ve refahına katkıda bulunmaktadır. Bu çerçevede Rusya ile samimi ve açık bir diyalog içinde olmaya, karşılıklı güven ortamının korunması ve güçlendirilmesi bakımından önem vermekteyiz.Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında sık aralıklarla gerçekleştirilen karşılıklı üst düzey ziyaretler ve sürekli gelişen ekonomik-ticari ve enerji bağlarımız Türk-Rus ilişkilerinin niteliğini ve kapsamını son yıllarda değiştirmiştir. Bölgemizde önemli bir aktör olan Rusya ile yoğunlaşan ilişkilerimizin hem bölgesel hem küresel planda olumlu etkileri olacağını düşünüyoruz.Geçen yıl Mayıs ayında Devlet Başkanı Sayın Dmitri Medvedev’in ülkemize yaptığı resmi ziyaret sırasında kurulan ve ilk toplantısı gerçekleştirilen Üst Düzey İşbirliği Konseyi ve imzalanan anlaşma ve belgelerle iki ülke arasındaki ilişkiler yeni bir boyuta taşınmış ve işbirliğimiz kurumsal bir nitelik kazanmıştır.Başbakan Sayın Erdoğan’ın 15-17 Mart 2011 tarihlerinde Rusya Federasyonu’na yaptığı ziyaret sırasında Konsey’in ikinci toplantısı gerçekleştirilmiş, yine bu ziyaret sırasında Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında Vize Muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşmalarının yürürlüğe girmesi için Nota teatisi yapılmıştır. Söz konusu anlaşmalar 16 Nisan 2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylelikle her iki ülke vatandaşlarının 30 günü aşmayan turistik, iş ve özel amaçlı karşılıklı seyahatleri vizesiz yapılmaya başlanmıştır. Ardından Türkiye tek taraflı olarak aldığı bir kararla, Rus vatandaşlarının vizesiz Türkiye’de kalış süresini 31 Aralık 2011 tarihine kadar 60 güne çıkartmıştır. Bu sürenin karşılıklı olarak 60 güne, hatta Rus tarafınca da uygun görülürse 90 güne çıkarmaya hazır olduğumuz Rus makamlarına bildirilmiştir. Vizesiz seyahatin Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında, başta ekonomi, ticaret, ulaştırma ve turizm olmak üzere, çeşitli alanlarda ilişkilerin daha da yoğunlaşmasına, iki ülke arasındaki insani temasların artmasına, halklarımızın birbirini daha iyi tanımasına ve yakınlaşmasına önemli katkıda bulunacağını düşünüyoruz.Ticari ve ekonomik işbirliği iki ülke arasındaki ilişkilerin lokomotifidir. 2010 yılında 26.5 milyar dolar olarak kaydedilen Rusya’yla ikili ticaret hacmimizin önümüzdeki beş yıl içerisinde 100 milyar dolara çıkartılması hedef olarak benimsenmiştir. Enerji alanındaki ilişkilerimiz de önümüzdeki dönemde hayata geçirilecek yeni projelerle işbirliğimizin ve ortaklığımızın daha da gelişmesi için önemli birer fırsat teşkil etmektedir.

İki ülkenin beş yıllık süre için belirlediği 100 milyar dolarlık toplam ticaret hacmi hedefini reel görüyor musunuz? Türkiye'de yatırım planlayan Rus iş adamları için neler tavsiye edersiniz? 

Rusya Federasyonu Türkiye’nin bölgedeki en önemli ekonomik ve ticari ortağıdır. Bölgesel ve küresel ölçekte her zaman önemli sorumluluklar üstlenmiş olan Türkiye ve Rusya Federasyonu birbirlerini yakından tanıyan ülkelerdir. Ortak hedefimiz, bu ayrıcalıklı zeminden yararlanarak işbirliğimizi başta ekonomik ve ticari alan olmak üzere her alanda karşılıklı güven ve fayda temelinde daha da derinleştirmektir.Küresel ekonomik kriz nedeniyle 2009 yılında 23 milyar dolara düşen ikili ticaret hacmimiz 2010 yılının ilk aylarından itibaren bir toparlanma sürecine girmiş, 2010 yılı sonu itibariyle 26 milyar doları aşmıştır. 2011 yılının ilk yarısında ticaret hacmimizin 13,6 milyar dolar olarak gerçekleşmesi, dünyanın içinde bulunduğu ekonomik ve mali kriz ortamında umut verici bir gelişmedir. Hedeflediğimiz gibi, ikili ticaret hacmimizi önümüzdeki beş yıl içerisinde 100 milyar dolara çıkartmak amacıyla Türkiye gerekli gayretleri göstermeye devam edecektir. Biz bu hedefin ulaşılabilir olduğu inancını taşıyoruz. Küresel ekonomik konjonktür elbette ekonomik ve ticari ilişkilerimizi etkileyen önemli bir faktördür. Bununla birlikte, koyduğumuz hedefe ulaşabilmek için her iki ülkede de en üst seviyede gerekli siyasi irade mevcuttur. Esasen karşılıklı üst düzey ziyaretler ve iki ülke arasında mevcut komisyon toplantıları sırasında atılan somut adımlar ve alınan kararlar sayesinde ikili ticari, ekonomik ve enerji alanındaki ilişkilerimizde başlattığımız kapsamlı işbirliğine yeni bir ivme kazandırmamız için önümüzde bir engel kalmamıştır. Bu çerçevede, ticari ve ekonomik ilişkilerimizin çeşitlendirilerek, dengeli bir şekilde artırılması için gerekli teşvik ve desteği sürdürmemiz önem arz etmektedir. İkili ticaretimizde RF’den petrol ve doğalgaz ithalatımız %70 gibi önemli bir paya sahiptir. Rusya en fazla dış ticaret açığı verdiğimiz ülke olmaya devam etmektedir. İkili ticaretimizde mevcut dengesizliğin giderilmesinin Rusya’ya yönelik ihracatımızın ve hizmet arzımızın artırılmasıyla mümkün olacağı açıktır. Bu çerçevede, Rusya Federasyonu’na yönelik ihracatımızın artırılması bakımından engel teşkil eden, Rus gümrüklerinde özellikle tekstil ve deri ürünlerine uygulanan yüksek referans fiyatları gibi bazı uygulamaların yumuşatılmasının hedefimize ulaşılmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz. Keza, ikili ticaretimizin ulusal para birimleri üzerinden yapılmasının yaygınlaştırılması önem taşımaktadır. Dünya kriz ile mücadele ederken, Türkiye,  bankaları ve finans kuruluşları güçlü yapıya sahip olan nadir ülkeler arasında yer almaktadır.  Büyük ekonomileri derinden etkileyen ekonomik kriz ortamında dahi saygın derecelendirme kuruluşlarınca ülkemizin kredi notu iki kez üst üste yükseltilmiştir.

OECD üyesi ülkeler arasında en hızlı büyüyen ülke olan Türkiye, bu performansı sayesinde artık Çin ile karşılaştırılmaktadır. Türkiye ekonomisi geçtiğimiz yıl  % 8,9 oranında büyüme kaydetmiş,  2011 yılının ilk çeyreğinde % 11’lik bir büyüme oranı yakalanmıştır. 2010 yılında ihracatımız 114 milyar Dolara, ithalatımız ise 186 milyar Dolara ulaşmıştır. Bu, Türkiye’nin hukuki, siyasi ve ekonomik alanda gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmekte olduğu köklü reformların doğal bir sonucudur.

Ekonomideki iyileşme, ulaştırma, enerji, tarım, bayındırlık, eğitim, sağlık gibi çeşitli alanlarda altyapıya da yansımaktadır. Türkiye, son yıllarda alt yapıya giderek daha fazla yatırım yapan bir ülke olmuştur.  2009 yılında ülke içinde gerçekleştirilen toplam alt yapı yatırım miktarı 107 milyar Doları bulmuştur. Gelişmiş alt yapısı Türkiye’yi yabancı müteşebbisler için bir çekim merkezi haline getirmektedir. 

Yabancı yatırımcı, her zaman güvenilir, istikrarlı, huzurlu ülkeleri tercih etmektedir. Türkiye,  bu anlamda da dünyanın en cazip ülkelerinden biri haline gelmiştir. Nitekim, yabancı doğrudan yatırımlar son 8 yılda 93,6 milyar Dolar olmuştur. Özelleştirmeden 40 milyar dolar civarında gelir elde edilmiştir. 

Bu çerçevede, Türkiye’deki Rus yatırımlarının 7 milyar doları aşmış olmasından büyük memnuniyet duyuyoruz.  Son birkaç yıldır telekomünikasyon, enerji, turizm ve demir- çelik gibi çeşitli sektörlere  yönelen Türkiye’deki Rus sermayesinin artmakta olması da bizi mutlu etmektedir. Daha fazla Rus firmasının Türkiye’nin sunduğu imkanları değerlendirerek, ülkemizde yatırım yapması her iki ülkenin de menfaatine sonuçlar verecektir. Biz, Türkiye’de yatırım yapmayı arzu edecek Rus yatırımcılara her türlü yardımı yapmaya hazırız. 

Enerji alanında Akkuyu Nükleer Santral anlaşması imzalanarak tarihi bir adım atıldı. Güney Akım, Samsun-Ceyhan ve diğer enerji alanındaki projelerin uygulama imkanı var mı?

 Enerji konusu ülkelerimiz arasındaki önemli işbirliği alanlarından birini teşkil etmektedir. İki ülke arasındaki enerjiye ilişkin ticari rakamlar önemli boyuttadır.  Akkuyu sahasında RF tarafından inşa edilecek Nükleer Santral projesine başlanmış olması iki ülke arasındaki enerji ilişkilerine yeni  bir boyut katmıştır. Akkuyu projesi iki ülke arasında neredeyse 60 yılı geçecek uzun dönemli bir işbirliğine yol açacaktır.  Bu yıl  50 adet üniversite öğrencimizin  proje kapsamında RF’de nükleer alanda eğitime gönderilmesi öngörülmektedir. Önümüzdeki yıllarda bu sayı daha da arttırılacaktır. Doğal olarak böyle bir işbirliği Türk-Rus ilişkilerine önemli katkıda bulunmaktadır. 

Her iki ülke için de stratejik öneme sahip diğer enerji projeleri konusunda ülkelerimiz arasındaki temaslar devam etmektedir. Önümüzdeki dönemde, bu konularda yoğun çalışmalarımız olacaktır.  Güney Akım boru hattının Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesinde inşa edilebilmesi için bu boru hattının koordinatlarının tam olarak tespit edilmesi ve Türkiye’nin bu koordinatlara onay vermesi gerekmektedir. Boru hattının tam koordinatlarının tespit edilebilmesine yönelik olarak RF tarafı gerekli fizibilite çalışmalarını halen sürdürmektedir. Samsun-Ceyhan By-pass Petrol Boru Hattı Projesi, Türk Boğazlarında ulaşım güvenliğini arttırmaya yöneliktir.  Mevcut yoğun trafik dolayısıyla Türk Boğazları petrol taşımacılığı için güvenli ve sürdürülebilir bir güzergâh olmaktan giderek çıkmaktadır.  İstanbul Boğazı’nda  yaşanacak bir kaza İstanbul halkının yanı sıra, bu kentin tarihi, kültürel ve ekolojik varlıklarını ciddi şekilde tehdit edecektir. Öte yandan, Türk Boğazlarında bir kaza yaşanması durumunda petrol taşımacılığı önemli şekilde kesintiye uğrayabilecektir. Bu ihtimal de göz önünde bulundurulduğunda Samsun-Ceyhan projesinin ülkemiz için olduğu kadar Rusya Federasyonu için de stratejik olduğu görülmektedir.

Rus turistler Antalya'yı ikinci vatan edinmiş durumda. Türkiye'de din, sağlık, tarih ve diğer alternatif turizm alanları ile ilgili Rus halkına ne tür tavsiyeleriniz olabilir? 

Son dönemde sağlam temeller üzerinde geliştirdiğimiz ekonomik ilişkilerimizde turizm alanında kaydedilen gelişmelerin ayrı bir yeri vardır. 2008 itibariyle 2,9 milyon olan ülkemizi ziyaret eden Rus turist sayısı küresel ekonomik krize rağmen, 2009 yılında 2,7 milyon olarak kaydedilmiştir.  2010 yılında ise ülkemizi ziyaret eden Rus turist sayısı 3,1 milyona ulaşmıştır. Ülkemizin, Rus turistler açısından en çok tercih edilen ülke olmaya devam etmesine büyük önem atfediyoruz.Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında mevcut Turizm Karma Komisyonu bu alanındaki ilişkilerimizin düzenli olarak gözden geçirilmesine ve yeni işbirliği alanları belirlenmesine hizmet etmekte, Rusya Federasyonu’ndan gelen turistlerin beklentilerine uygun düzenlemeler yapılmasına katkıda bulunmaktadır.  Rus dostlarımızın ülkemizde bulundukları süre içinde güvenliklerinin sağlanmasına, Türk misafirperverliğine yakışır şekilde ağırlanmalarına ve Türkiye’den güzel anılarla dönmelerine büyük önem atfediyoruz. Türkiye’nin turizm alanında en çok tercih edilen ülke olmasının nedeni sadece sahip olduğu deniz-güneş-kum gibi doğal güzellikler değildir. Ülkemiz aynı zamanda sağlık, kültür ve inanç turizmi, kış sporları turizmi, golf turizmi ve doğa sporları turizmi gibi alanlarda da dünyada sayılı merkezlerden biri haline gelmeye başlamıştır. Bilhassa sağlık turizmi çerçevesinde Türkiye’ye sadece bölge ülkelerinden değil, gelişmiş Batılı ülkelerden de hatırı sayılı miktarda ziyaretçi akını olmaktadır. Rus dostlarımızı sunduğumuz bu imkanlardan da yararlanmaya davet ediyoruz.

Bu noktada, müsaadenizle Türkiye ile ilgili diğer sorulara geçmek istiyoruz. Türkiye'nin değişen yüzünü nasıl anlamalıyız? Ekonomik, siyasi ve diğer alanlarda bir gelişme içinde olan Ankara'nın ana dinamikleri nelerdir? 

Öncelikle, Türkiye’deki değişim ve reform sürecinin iki yüz yıllık bir geçmişinin bulunduğunu belirtmeliyim. Bunun neticesinde bugün, insan haklarına saygılı ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi düzenine, işleyen bir serbest piyasa ekonomisine ve kendini yeni gelişmelere sürekli adapte edebilen aktif bir dış politikaya sahibiz. 

Gerçekten de, sağlıklı bir değişimin temelinde, halkın ve dış dünyanın ihtiyaç ve dinamiklerini doğru biçimde anlayabilmek ve bunlara uygun yapıcı politikalar üretebilmek bulunmaktadır. Türkiye olarak, yıllardır edindiğimiz tecrübelerle bunu en iyi şekilde yapmaya gayret göstermekteyiz.

Nitekim halkımızın sesine kulak verilerek, bilhassa son on yılda vatandaşlarımızın yaşam koşullarının daha da iyileştirilmesine yönelik önemli adımlar atılmış ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz. Aynı şekilde, yine son on yılda ekonomik alanda gerçekleştirilen yapısal reformlar ve izlenen istikrarlı politikalar sayesinde Türkiye, satın alma gücü paritesine göre dünyanın 16’ncı, Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisi konumuna gelmiştir.

Benzer şekilde Türkiye, ekonomik alan dahil olmak üzere, toplumsal yaşamın her sahasında kaydettiği ilerlemelerin de etkisiyle dış politikada her zamankinden daha aktif ve etkin bir profil sergilemeye başlamıştır. Artan yumuşak gücüne paralel olarak yakın bölgesi ve ötesinde istikrar, işbirliği ve refahın teşviki yönünde çalışmalara ağırlık vermiş, ihtilafların çözümüne yönelik kolaylaştırıcı roller üstlenmiştir. 

Bu çerçevede ülkemiz, kriz odaklı değil “ön alıcı” ve çözüm odaklı yaklaşımlar ortaya koymaya ve bunları mümkün olan en etkin biçimde uygulamaya çalışmaktadır. Bu politikalarını uygularken ise Türkiye, “herkes için güvenlik”, “siyasi diyalog”, “ekonomik karşılıklı bağımlılık”, “kültürel ahenk” ve “karşılıklı saygı” ilkelerini temel almaktadır. Ayrıca, bazen imkanlarını da zorlayacak şekilde küresel sorumluluk üstlenmekten çekinmeyen bir ülkedir Türkiye. Bu meyanda, Türk halkının ve devletinin ortak çabası sayesinde yaklaşık bir ay içinde Somali’deki açlık felaketinin yaralarını sarmak için yaklaşık 300 milyon dolarlık bir yardım fonunun toplandığını ifade etmek isterim.

Netice itibariyle Türkiye, kendisini uluslararası sistemin geleceği üzerinde belirleyici bir etki yapması beklenen Afro-Avrasya coğrafyasının merkezinde, sorunların çözümüne ve fırsatların değerlendirilmesine katkı yapabilecek çok yönlü imkan ve yeteneklere sahip bir ülke olarak görmekte ve bu bilinç içerisinde hareket etmeyi sürdürmektedir.   

Türkiye'nin komşuları ile sıfır sorun politikasında bir değişim var mı? Suriye, Mısır ve Libya örneklerinde olduğu gibi yönetimler ve halkla iletişim arasında bir tercih yapmak ne tür riskler taşıyor?

“Komşularla Sıfır Sorun” politikamız, ülkemizin kuruluşundan bu yana ilke edindiği “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” şiarının günümüz koşullarındaki bir yansımasıdır. Elbette tüm sorunların bir anda çözümlenmesi mümkün değildir ve koşullar sürekli değişmektedir. 

Görüş farklılıklarının bulunduğu noktalara takılıp kalmak yerine, halklarımızın ortak yararı ve karşılıklı menfaatler doğrultusunda maksimum işbirliğinde bulunmayı ve halklar arası yakınlaşmayı teşvik etmeyi hedefliyoruz. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da cereyan eden değişim ve dönüşüm hareketleri bu politikamızın temel argümanlarımızı zayıflatmamış, aksine doğruluğunu teyit etmiştir. Türkiye olarak, tüm bölge halklarının demokrasinin ve barış priminin nimetlerinden yararlanacağı bir siyasi iklimin tesisi için azami çaba göstermeye devam edeceğiz.

Türkiye değişim rüzgarının ilk kıvılcımının Tunus’ta yaşandığı günden itibaren ilkeli bir tutum sergilemiş ve halkların barışçıl yöntemlerle dile getirdikleri meşru taleplerinin karşılanması gerektiğini vurgulamıştır. Biz bu sürecin artık geri çevrilemeyecek tarihi bir nitelik taşıdığına inanıyoruz. Yönetimlerin yapması gereken değişim karşısında direnmek değil, değişimin düzenli bir şekilde gerçekleştirilmesi için kapsayıcı ve muteber bir geçiş sürecinin önünü açmaktır.

Esasen, 2003 yılında Dışişleri Bakanı sıfatıyla katıldığım İKÖ toplantısında yaptığım konuşmada, kendi evlerimize çekidüzen vermek amacıyla gerekli reformları yapma çağrısında bulunmuştum. Şimdi yaşananlar, bölgemizdeki ülkelerin artık çatışma, yoksulluk, yolsuzluk ve baskı kelimeleriyle tanımlanmak istemediklerini, değişimin zamanının geldiğini açık ve net olarak ortaya koymuştur.

Günümüz dünyasında, otoriter yönetimlere, tek parti iktidarlarına, kapalı rejimlere yer olmadığı açıktır. Bireyin her geçen gün artan gücü ile daha fazla ön plana çıktığı çağımızda, halkının meşru taleplerine kulak asmayarak gerekli reformları yapmayan, beklentileri karşılamayan ve halklarının güvenini yitiren yönetimlerin iktidardaki konumlarını sürdürmeleri mümkün değildir.

Türkiye her zaman, bölge halklarının ve yönetimlerinin çağımızın gereklerine cevap verebilecek siyasi, sosyal ve ekonomik reformları kendi iç dinamikleri ve halklarının beklentileri çerçevesinde, uzlaşı ve diyalog yoluyla ve süratle gerçekleştirmesini arzu etmiş, bölge liderlerine bu yönde telkinlerde bulunmuştur.  Türkiye bu anlamda bölgedeki olayların başından beri halkların yanında olduğunu, halkların huzur ve mutluluğundan yana olduğunu ifade etmiştir.

Arap Baharı'nın Türkiye'ye ne tür etkileri olabilir?

 Orta Doğu ve Kuzey Afrika halkları, daha fazla özgürlük, demokrasi ve insan hakları yönündeki taleplerini yüksek sesle dile getirerek geleceğe ümitle bakabilmeyi hedeflediklerini açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. Biz esasen bu gelişmelerin Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından 90’larda yaşanması gerektiğini, değişim rüzgârlarının Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya 20 yıl gecikmeyle ulaştığını düşünüyoruz. Yaşanan halk hareketleri, bölgemizde demokrasinin hakim olamayacağı yönündeki çarpık zihniyeti yıkmış, halklar zedelenen onurlarının iade edilmesinde kararlı olduklarını ortaya koymuşlardır.

Gelinen aşama, geri döndürülemez tarihi bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Bu süreç, büyük fırsatları olduğu kadar ciddi güçlükleri de barındırmaktadır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerin demokrasi, özgürlük, insan hakları ve demokrasinin hiçbir grubun tekelinde olmadığını ortaya koyan, birleştirici bir yönü olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda etnik, mezhepsel ve dini ayrılıkların tetiklenmesi veya ülkelerin toprak bütünlüğünün zarar görmesini, olayların ruhuna aykırı ve önlenmesi gereken tehditler olarak görüyoruz.

Demokrasiye geçiş meşakkatli ve zaman alabilen bir süreçtir. Arap sokağında başlayan olayların düzenli, kapsamlı ve kurumsal bir demokratik temele oturtulması için amaç birliği oluşturulmalıdır. Halkların taleplerinin vakit geçirilmeden karşılanması için eş zamanlı olarak siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar gerçekleştirilmelidir. Bu nedenle uluslararası toplumun, ilgili ülkelerin rızasını almak, yerel halkın iradesini her şeyin üstünde tutmak ve yardım edilen ülkeleri rencide etmemek kaydıyla dönüşüm sürecine destek olması, bölgede demokratik kurumların hayat bulması ve istikrarın egemen kılınması bakımında önem arzetmektedir. 

Bu bağlamda, Türkiye örneği, halkının çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak, demokrasi, çağdaşlık ve İslam dininin birbiriyle bağdaştığını kendi tarihi tecrübesiyle ortaya koymuş bir “ilham kaynağı” niteliğindedir. Türkiye, bu bağlamda, kendi demokrasi tecrübesini, tarihi, kurumsal ve teknik birikimini bölge ülkeleri ile paylaşmaya her zaman hazırdır.

Yukarı Karabağ sorunu ve Ermenistan'la ilişkilerde önümüzdeki dönemde yeni bir inisiyatif oluşacak mı? Ankara bundan sonra ilk adımı Erivan'dan mı bekliyor? 

Güney Kafkasya bölgesi komşu bir coğrafya olması itibariyle, gerek Türkiye gerek Rusya için özel önemi haizdir. Biz, yakın çevremizde barış, istikrar ve refah ortamının tesis edilmesine yönelik genel vizyonumuz çerçevesinde, bu bölgede de barış, güvenlik ve işbirliğine uygun bir ortamın yaratılmasını amaçlamaktayız. Malumunuz, Yukarı Karabağ sorunu halihazırda Güney Kafkasya’da bu yönde bir iklimin yaratılmasının önündeki en önemli engeldir. Zannediyorum bu konuda RF ile aynı bakış açısına sahibiz. Yukarı Karabağ sorununun çözümü yönünde sağlanabilecek bir ilerleme bu açıdan belirleyici nitelikte olacaktır. Bu itibarla RF Devlet Başkanı Medvedev’in bizzat dahil olduğu çözüm çabalarına tam destek verdiğimizi ve bundan sonra sorunun çözümü için üzerimize  düşeni yapmaya hazır olduğumuzu yinelemek istiyorum. Bu yönde sağlanacak bir ilerlemenin süphesiz Türkiye Ermenistan ilişkilerine de olumlu yansımaları olacaktır. Türkiye’nin Ermenistan’la  normalleşme konusunda iradesi tamdır. Normalleşme sürecini tamamlamayı samimiyetle arzulamaktayız. Güney Kafkasya’da kapsamlı ve sürdürülebilir barışın tesisi ile bölge ülkelerine ve ötesine yansıyacak işbirliği ve refah ortamının yaratılmasında Azerbaycan-Ermenistan ve Türkiye-Ermenistan normalleşmesi birbirinden ayrı değil, bölgesel temelde birlikte düşünülmelidir.

Faruk Akkan, Moskova, Cihan