Murat Yetkin: S-400'lerden vazgeçmek o kadar kolay değil, tartışmanın üçüncü tarafı Putin

Gazeteci Murat Yetkin, ABD’nin S-400 tehdidi, Türkyie'den ekonomik durum ve seçimlerle ilgili bir yazı kalame aldı.

Yetkin'in kişisel sayfasında yayınlanan "Seçim sonrasına ertelenen sadece ekonomik kriz değil" başlıklı yazının tamamı:

Ekonomik sorunların 31 Mart seçimleri halısının altına süpürülmeye çalışıldığı ortada. O halı kalktığında nelerin olabileceği konusunda senaryolar muhtelif.

Ekonominin 2019’da küçüleceği, sadece dışarıdan değil, Hazine tarafından yapılan tahminlerde de büyüme rakamlarının aşağı çekilmesinden belli. Bazı hisselerinin zorla devredileceği yolundaki beyanlardan sonra İş Bankasının kâr payı dağıtmasının engellendiği haberleri, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 31 Mart’tan sonra düzlüğe çıkılacağı müjdelerinden fazla yankı buluyor içeride ve dışarıda. Dış yatırımcıların Türkiye’ye dair teselli bulmaya çalıştığı tek konu, Albayrak’ın aynı zamanda kayınpederi olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı –geçen yılki Londra çıkışının sonuçları ardından- döviz kurları konusunda beyanda bulunmamaya ikna etmiş olması. Enflasyonu 25 olarak gösteren Türkiye İstatistik Kurumu müdürü görevden alındıktan sonra 20 diye açıklanması, çarşıda, pazarda sebze, meyve, et, süt fiyatlarını aşağı çekmiyor. Aslında herkes neyin ne olduğunu biliyor ama fazla konuşmaya çekiniyor; zaten konuşsa da artık yüzde 90’ı Erdoğan yörüngesinde dönen baskın medyada yer bulması zor.

Üstelik ekonomik sıkıntıların tepesinde sallanıp duran bir de ciddi dış politika krizi bekliyor kapıda.

Yakın geçmişte çok daha taktik plandaki konularda ABD’nin yaptığı haksızlıklar konusunda kamuoyunu ayağa kaldırdığı görülen Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD yönetiminin her kademesinde gelen “Rusya’dan S-400 alımını iptal etmezseniz F-35’leri vermeyiz” tehditleri karşısında yarım ağızla bir şeyler söylemekle yetindi, uzatmadı.

Bunda ABD Başkanı Donald Trump’ın iki ay kadar önce Türk ordusunun Suriye’de IŞİD’e karşı Amerikan ordusu emrinde savaşan YPG’ye saldırması halinde Türkiye ekonomisini mahvedeceği yolundaki tehdidi pay sahibi olmamış mıdır? Beştepe, Beyaz Saray’ın siyasi tehditlerine karşı ekonomik sebeplerle diklenmemeyi uygun bulmuştur.

“Neden diklenmedi?” diye sormuyorum; diklenmediği saptamasını yapıyorum. Konu aslında stratejik bakımdan çok önemlidir ve Erdoğan’ın 31 Mart ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ekonomik sıkıntının önünde tutmaya nafile çalıştığı “Beka” sorunu aslında bu konu için geçerlidir. Türkiye daha önce parasını ödediği halde İngiltere’den alamadığı iki savaş gemisi yüzünden Almanya saflarında Birinci Dünya Savaşına sürüklenmiş bir ülkedir. ABD’nin Türkiye’nin ortak üretici olduğu, yatırımına para koyduğu yeni nesil savaş uçaklarını vermeme tehdidi haksızlıktır, zorbalıktır. Dahası bunu, Türkiye’nin yapımına katkıda bulunduğu F-35’leri Türkiye’den önce kullandırdığı İsrail’in “Aman bunu Türklere vermeyin” uyarılarından sonra yapmış olmasıdır. Gerçi “Erdoğan sert çıksa ne olur? Brunson’da olduğu gibi, seçim sonrası S-400’ler konusunda da Trump’ın dediği olacaktır” diyenleriniz çıkabilir.

Çok haksız sayılmazsınız. Erdoğan’ın Trump’a çektiği restlerin sonuç vermediği en çok papaz Andrew Brunson örneğinde görülmüştür.

Erdoğan’ın 28 Eylül 2017’de, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini yönetmek suçundan gıyabında yargılanan Fethullah Gülen’i kastederek “Ver papazı, al papazı” demişti. Bu aslında Türkiye’yi siyasi amaçla insan rehin tutan bir ülke durumuna düşüren bir beyandı. Erdoğan 11 Ocak 2018’de, Brunson’u kast ederek, Trump’a hitaben “Bu fakir, bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın” demişti. Bu beyan da Cumhurbaşkanı iradesinin Türkiye’deki mahkemelerin karar yetkisi üzerinde olduğu iddialarını akla getiriyordu. Trump’ın, Brunson imasıyla 2018 bahar yaz aylarında Türkiye’ye bazı ticari yaptırımlar ilan etmesi sonucu dolar alıp başını gitti, Erdoğan’ın Londra konuşması işleri kötüleştirdi. Türkiye’nin, Erdoğan’ın AK Parti hükümetine başbakan olduğu 2003 yılından bu yana en yüksek enflasyon oranını yüzde 25 ile gördüğü Ekim ayının 12’sinde bağımsız Türk yargısı Brunson’u tahliye etti. Erdoğan hâlâ Beştepe’de görevde, Gülen hâlâ Pennsylvania’da Amerikan korumasındaki misafirliğindeydi.

Şimdi buradan yola çıkıp “Seçimlerden sonra S-400 konusunda Erdoğan ekonomiyi kurtarmak için Trump’ın dediğini yapar, kavga biter” diyen yorumcular görülüyor, okuyorsunuzdur. Ben “O kadar kolay değil” diyenlerdenim.

Çünkü bu defa tartışmanın bir üçüncü tarafı var, o da herhangi birisi değil, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin.

NATO üyesi Türkiye’nin, NATO’nun hasım kabul ettiği Rusya’dan stratejik nitelikte silah satın alması Putin için Batı savunma sisteminin duvarında gedik açmakla eşdeğerdir; maliyeti de açıklandığı kadarıyla 2,5 milyar dolar olmuştur. Sadece o da değil. Türkiye, Suriye’deki askeri varlığı Rusya ile giderek daha sıkı ilişkiye giriyor. O kadar ki 13 Mart’ta Rus ordusu, İdlib’teki Heyet Tahrir eş-Şam mevzilerinin Rus uçaklarında Türkiye’yle koordinasyon içinde vurulduğunu açıkladı.

NATO Genel Sekteteri Jens Stoltenberg’in, Yunanistan’daki (eski nesil, yapay zekâ özelliği bulunmayan) S-300 füzeleri için önerdiği “Alsınlar ama kullanmasınlar” formülü, ABD tarafından “Ya F-35’leri aldıktan sonra kullanmaya başlarlarsa” güvensizliği nedeniyle kabul görmemektedir. Bunu dahi kabul etmeyen ABD, Araştırma kuruluşu EDAM Başkanı Sinan Ülgen’in Habertürk’te Kübra Par’a söylediği “S-400’leri füze savunma, Patriotları da hava savunmasında kullanabiliriz” önerisini kabul edecekleri hayli kuşkuludur. Birincisi, Amerikalılar, S-400’lerin çalışır vaziyetteyken, aynı fişe takılı olmasa da üzerinden geçen her bir F-35’in savunma özelliklerini dilim dilim çözebileceğini, hem NATO, hem Amerikan savunma ağını delebileceğini öne sürüyorlar. İkincisi de, Amerikalılar, S-400 anlaşması ortada dururken Patriot teklifini geri çekeceklerini söylüyorlar. Zaten Ülgen de bunun ancak “ideal bir dünyada” gerçekleşebileceğini kayda düşerek S-400’ler uğruna NATO savunma şemsiyesinden olmamak gereğini vurgulamış.

Erdoğan geçenlerde, 9 Mart’ta “Mesele S-400 değil; Türkiye’nin kendi iradesiyle hareket ediyor olması” dedi.

Erdoğan, Türkiye’nin eskisi gibi Amerika’nın her istediğini yapan bir ülke olmadığını kanıtlamak istiyor, bu anlaşılabilir bir çıkış. Ancak Türkiye’nin eskiden çok daha güçsüz haldeyken de çıkarlarını korumak için ABD’ye kafa tuttuğunu, sonuç aldığını unutmamak lazım. Örnek, 1974 Kıbrıs’ta Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan, örnek 1975’te afyon ekim yasağı tehdidiyle ilan edilen silah ambargosuna karşın İncirlik üssünü kapatan Süleyman Demirel. Yine 1998-99’da ABD’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması konusunda ikna edilmiş olması sayılabilir. Hatta Erdoğan döneminde, AK Parti hükümetinin ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’ın işgaline katılması yolunda verdiği tezkerenin 1 Mart 2003’te TBMM tarafından geri çevrilmesini dahi sayabiliriz.

Neyse ki hâlâ bütünüyle hafızası silinmiş bir toplum değiliz.

S-400 konusunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin çıkarlarını koruması zaten görevidir. Seçimden sonra bu kararın ne yönde olacağını göreceğiz. Emin olun ekonomik kriz kadar ve ekonomik krizi etkileyecek kadar önemli bir sorundur, bugünlerde gözlerden kaçırılmaya çalışılsa da.

HABERRUS