Rusya'nın Ankara Büyükelçisi: Ukrayna, Lavrov'u değil Şoygu'yu tercih etti
HABERRUS - Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov, Aydınlık gazetesi için Ukrayna'daki duruma dair bir makale kaleme aldı.
Ukrayna krizini öncesinden başlayarak ele aldığı makalesinde Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Yerhov, ''Ukrayna’nın NATO’ya entegrasyonu için hazırlıklar yapılıyordu. Bütün bunlar, Ukrayna’yı fiilen dışarıdan yönetmeye başlayan Batı’nın doğrudan yönetimi altında yürütülüyordu. Bizimle konuşmak istemediler, insanların sırnaşık bir sineği kovmak için yaptığı gibi ellerini salladılar.'' ifadelerini kullanıyor.
"Ukrayna'da neler olup bittiğine dair Rusya’nın bakış açısını Türk kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Batı’nın 'provoke edilmemiş ve yasa dışı saldırı' versiyonunun buradaki herkesi tatmin etmediği hissediliyor. Tarihsel önemi Rusya-Ukrayna ilişkileri çerçevesinin şüphesiz çok ötesine geçen gelişmeleri daha derinden anlamak için samimi bir istek var. Bu nedenle, bu fırsatı değerlendirerek, Rusya’nın yaklaşımlarının anlaşılmasında büyük önem taşıyan kilit noktalara odaklanmak istiyorum. Muhtemelen okuyucularda bazı çağrışımlar ve tarihsel benzerlikler hissi oluşacaktır.
Kriz Öncesi
- Kriz öncesi tarih. Mevcut krizin, bu yıl 24 Şubat'ta değil birkaç yüz yıl önce başladığının nedenlerini anlamak için çatışmanın evveliyatını bilmek şarttır. Çok sayıda Türk araştırmacının yakından bildiği tarihi gerçekleri ve olayları tekrar anlatmayacağım. İsteyenleri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in sorunun kökenini, Ukrayna devletinin oluşum sürecini ve dış aktörlerin bu konudaki etkisini ayrıntılı olarak incelediği makaleyi (http://kremlin.ru/events/president/news/66181) okumaya davet ediyorum. Tabii ki, Kiev, Washington ve Brüksel'de birçok kişi, Vladimir Putin'in çıkarımlarını haksız buluyor. Ancak kendisi, Rusların mutlak çoğunluğu tarafından paylaşılan Rus bakış açısını ifade etmek için Rusya Devlet Başkanlığı koltuğundadır. Dahası, söz konusu makale, 'siyasi açıdan çok doğru'dur. Makalenin yazarı, birçok kişi tarafından görüldüğü gibi, Kiev ve Batılı patronları için çok uygun olmayan, özellikle İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olan birçok tarihi gerçeğe odaklanmadan, Ukrayna halkının ulusal duygularını ve öz sevgisini asil bir şekilde korumuştur. Sekiz yıl boyunca büyük İspanyol ressam Francisco Goya’nın 'aklın uykusu' dediği durum yaşanmıştır. Ukrayna’da Rus olan, herhangi bir şekilde Rusya ile ilişkilendirilebilen herkes sistematik olarak zulme maruz kalıyordu.
Rusya’da bunlar unutulmuş değil. Rusya'da, Sovyet Ukrayna'nın düşmana karşı kazanılan zafere yaptığı büyük katkıyı hatırlıyorlar (her beş Ukraynalıdan biri hayatını kaybetti; 1944'ün ortalarında elde edilen verilere göre, Kızıl Ordu'nun yüzde 34'ü Ukraynalıydı. Onlardan sadece en yüksek askeri cesaret nişanı olan Sovyetler Birliği Kahramanı unvanına layık görülenlerin sayısı 2 bin kişiydi).
Diğer tüm Sovyet halklarının temsilcileriyle omuz omuza savaşan Ukraynalıların kahramanlıklarını hatırlıyorlar. Ancak Rusya'da başka bir şeyi de hatırlıyorlar. Hitler’i destekleyen binlerce Ukraynalı tarafından işlenen korkunç suçları hatırlıyorlar. Onların gerçekleştirdikleri vahşi eylemleri hatırlıyorlar. Sözde 'Lviv pogromu', 'Volyn katliamı', Yahudilerin ve Sovyet savaş esirlerinin infazlarına katılım, partizanlara karşı cezalandırma operasyonları, toplama kamplarının korunması ve daha birçok şeyi üstlendiler. Bunu unutmamalıyız, çünkü mevcut Ukrayna hükümeti, kendi siyasi kimliğini, Kiev'de mümkün olan her şekilde 'Ukrayna devleti için savaşanlar' olarak yüceltilmeye çalışılan bu insanlarla (Bandera ve Shukhevich gibi) doğrudan ilişkilendirmektedir.
Bu nedenle, 2014 yılında Kiev'de Nazi yanlısı görüşlerinin yanı sıra hem Rusya'ya hem de Rus olan tüm şeylere açıkça karşı olduğunu gösteren açık şekilde Rusya karşıtı güçlerin iktidara gelmesi, bizim için endişe verici bir sinyaldi. Kırım kimin mi? Kudüs kimin o zaman? Bir de şimdi Ankara ya da İstanbul sokaklarında bir Türk'ü durdurup, Hatay kimin diye sorsanız? Cevap net olacak ve soruyu soran kişi 'Osmanlı tokadı' yemezse iyidir.
2014 Olayları
- Bu arada, Moskova neden 2014 olaylarını darbe olarak nitelendiriyor? Kiev’in ve de Batı’nın iktidar değişikliği sunumunu "halkın iradesinin sonucu" olarak kabul etmek daha kolay olmaz mıydı? Hayır, daha kolay olmazdı. Bu konuda, yeni rejimin meşruiyeti meselesi, tarihsel değil, hukuki bir bakış açısından önem arz etmektedir. Mevcut Ukrayna hükümetinin meşruiyeti, 'Maidan' gibi ilginç bir sosyo-politik fenomene dayanmaktadır. Tüm dillerimizde, yani Rusça, Ukraynaca ve Türkçede 'Maidan', memnun olmayan insanların ortaya çıktığı ve idealde iktidarı değiştirene kadar memnuniyetsizliklerini gösterdiği bir meydan anlamına geliyor. Bu Anayasaya uygun mu? Yasal mı? Muhtemelen değil. Ama bazı yerlerde başarılı oluyor, tıpkı Kiev'de olduğu gibi, çünkü halkın geri kalanı sessiz kalıyor (mutlak passioner (tutkulu, hırslı) azınlık, 'minimum minimorum', her zaman isyan ediyor).
Bazı yerlerde başarılı olmuyor. Bunu Kiev'de değil, Taksim Meydanı'nda ve Gezi Parkı'nda çok daha yakından kendi gözlerimle gözlemledim. O zaman devlet anayasal düzeni sağlamayı başardı. Belki o zaman birileri bundan hoşlanmadı ama Rus atasözünün dediği gibi “herkesi memnun edemezsiniz”.
Bu arada, Sergey Lavrov'un yakın zamanda bize hatırlattığı başka bir tarihsel benzerliğe bakalım. Yine 2014'te Yemen'de bir darbe oldu ve Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi, ülkesinden kaçtı. Hadi’yi hâlâ devlet başkanı olarak gören tüm ilerici insanoğlu, ülkeye geri dönmesini talep etmekte, bu konuda görüşmeler yapmaya çalışmaktadır. Nedense, koltuktan indirilen Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç için her şey farklı bir şekilde tezahür etti. Batı'ya itaatsizlik etmeye cesaret ettiği için mi acaba? Ben demokrasinin sembolünün kalabalıklar değil, her şeyden önce gizli bir oy sandığı olduğuna inanıyorum. Buna ek olarak, Maidan hükümetleri genelde çok istikrarlı olmuyorlar. Bu, Ukrayna'da ve başka yerlerde sonrasında yaşanan gelişmelerle doğrulandı.
Ukrayna'da tehlikeli dönem
- Daha sonra Ukrayna'da tehlikeli bir siyasi ve askeri türbülans dönemi başladı. 'Maidan' sürecini Rusça konuşan güneydoğu bölgesine ve Kırım'a taşıma girişimleri başladı. Tarihsel Rus bölgelerinde yeni bir 'Moskova karşıtı' hükümet kurmaya çalışan faşist haydutların müfrezeleri trenler ve otobüslerle oraya gönderildi. Bunda başarısız olunca, Ukrayna ordusu Donbass'ı sakinleştirmeye gitti. Bunun sonu kötü oldu, kendi halkına karşı asker gönderenlerin yenilgisiyle ve Rus azınlığın haklarını korumak için tasarlanmış, iyi bilinen Minsk anlaşmalarıyla sona erdi. Minsk Anlaşmalarının uygulanması, Kiev tarafından sabote ediliyordu. Onun yerine topçu silahlarıyla, roketatar sistemleriyle, tanklarla ateş açılıyordu. Anlaşmanın yerine yaşlılar, kadınlar ve çocuklar da dâhil binlerce ceset vardı.
Kırım'da referandum
Kırım ise önce bağımsız oldu, ardından halkın yüzde 84'ünün katıldığı ve %96,5'inin Rusya ile entegrasyon yönünde oy kullandığı bir referandumu müteakip, 1773'ten beri bulunduğu Rusya topraklarına geri döndü. Devlet bağımsızlığı iddiasında bulunan bazı bölgelerde, o zaman da, şu anda da halkın iradesinin söz konusu olmadığını hatırlatmak isterim. Ukraynalı bir televizyon muhabiri, Rus kamuoyu temsilcileri ve devlet yetkilileriyle yaptığı röportajlara 'Kırım kimin?' sorusuyla başlamayı çok severdi. Söz konusu soru çok 'çatışma yaratıcıdır.' Hemen ya bir tartışmaya ya da röportajcının ihtiyaç duyduğu politik bir söyleme yol açar. Kırım kimin mi? Kudüs kimin o zaman? Bir de şimdi Ankara ya da İstanbul sokaklarında bir Türk'ü durdurup, Hatay kimin diye sorsanız? Cevap net olacak ve soruyu soran kişi 'Osmanlı tokadı' yemezse iyidir. Rusya'da da bir Rus'a Kırım'ın kimin olduğunu sorarsanız, cevap çok net olacaktır. Elbette ülkemizde yarımadanın kimin olduğundan şüphe duyanlar da vardı. Fakat onların çoğu şimdi bir yerlere gitti. İngiltere’ye filan diyorlar.
Bir diğer zor soru, 'Rusya, 2014'te Donetsk ve Lugansk'a yardım ediyor muydu?' sorusudur. Muhtemelen cevap açık, en azından Rusya'nın Donbass sakinlerine gönderdiği onlarca ve yüzlerce insani yardım kamyonlarının yer aldığı televizyon görüntülerini hatırlamakta fayda var. Bunun yanında, bir zamanlar tereddüt etmeden ordusunu yaşamları tehlikede olan kardeşlerine yardım etmek için harekete geçiren başka bir ülke daha biliyorum. Bana öyle geliyor ki, böyle bir durumda yasal gerekçeler bazen ikinci planda kalır. Kardeşlerin öldürülüyorsa, onların yardımına gitmelisin demektir. Hem Rus hem de Türk 'sokağında' böyle düşünüyorlar.
2014'ten sonra Ukrayna'da tehlikeli bir siyasi ve askeri türbülans dönemi başladı. 'Maidan' sürecini Rusça konuşan güneydoğu bölgesine ve Kırım'a taşıma girişimleri oldu.
Rus olanlara baskı
- Daha sonra sekiz yıl boyunca büyük İspanyol ressam Francisco Goya’nın 'aklın uykusu' dediği durum yaşanmıştır. Ukrayna’da Rus olan, herhangi bir şekilde Rusya ile ilişkilendirilebilen herkes sistematik olarak zulme maruz kalıyordu: Rus dili, Rus kültürü, tarihi, Rus kilisesi haklarından metodik ve planlı bir şekilde mahrum bırakılıyordu. Rusça konuşan nüfusun ana dilinde eğitim alma, çalışma, kamusal alanlarda Rusça konuşma haklarını ortadan kaldıran kanunlar kabul ediliyordu. Bir düşünsenize; Ukraynalıların en az yüzde 30 Rusçayı ana dili kabul ediyorlar, buna rağmen 1 Eylül 2020 tarihinden başlayarak Ukrayna’da eğitim dili Rusça olan bir tane okul kalmadı. Neo-Nazilik açık bir şekilde teşvik ediliyordu, aşırı sağcı gruplar, mesela, son zamanlarda Mariupol’de vahşi eylemler gerçekleştiren 'Azov' (Azak) Taburu, Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’ne dahil ediliyordu. Bununla birlikte Donbass’a özerklik statüsü verilmesini öngören Minsk anlaşmalarının uygulanması, Kiev iktidarı tarafından kasten sabote ediliyordu. Onun yerine topçu silahlarıyla, çok namlulu roketatar sistemleriyle, tanklarla ateş açılıyordu. Anlaşmanın yerine yaşlılar, kadınlar ve çocuklar da dâhil cesetler, binlerce ceset vardı. Devlet Başkanı Poroşenko’nun açık bir şekilde söylediği gibi, 'Bugün bizim çocuklar okullara ve kreşlere gidecek, onların (yani Donbass sakinlerinin) çocukları da bodrumlarda oturacak.’
NATO hazırlıkları
Buna paralel olarak Ukrayna’nın NATO’ya entegrasyonu için hazırlıklar yapılıyordu. Bütün bunlar, Ukrayna’yı fiilen dışarıdan yönetmeye başlayan Batı’nın doğrudan yönetimi altında yürütülüyordu. Biz, Minsk anlaşmalarının Kiev iktidarı tarafından yerine getirilmemesi konusundaki ve Rusya’nın milli güvenliği için artan tehlikeler hakkındaki endişelerimizi partnerlerimize birçok kez dürüst bir şekilde açıkladık. Son teşebbüsümüz yakında, geçen yıl aralık ayında olmuştu. Rusya, anlaşmak için umutsuz bir teşebbüste bulunarak ABD ve NATO’ya bizim endişelerimizi sakinleştirebilecek ve aynı zamanda gerilimi azaltıcı, hukuki olarak bağlayıcı uluslararası anlaşmaların taslaklarını iletti. Bizimle konuşmak istemediler, insanların sırnaşık bir sineği kovmak için yaptığı gibi ellerini salladılar. Ne yapalım, günümüz Rusçasında bir söz vardır: 'Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile konuşmak istemezseniz Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile konuşursunuz.' İşte şimdi onunla konuşuyorlar."