Aleksandr Dugin: Trump’ın Bir Planı Var

HABERRUS - Rus filozof ve düşünür Aleksandr Dugin, yeniden ABD başkanı seçilen ve göreve başlamasıyla aldığı radikal kararlarla dünya ve Rusya politikasına önenli etki eden Donald Trump'ın yeni dönemini ele aldığı ve RİA Novosti'de yayınlanan yazısında önemli tespitlerde bulunuyor.

İşte Dugin'in RİA'da yayınlanan yazısı:

Trump’ın ABD’de iktidara geldikten sonra yaptığı şeyler şaşkınlık yaratıyor. Hızlı ve geri dönüşü olmayan şekilde dünya düzeninin yapısını değiştiriyor. Başkanlığının ilk döneminde gerekli reformlara dair imalarda bulunmuştu, ancak dört yıl iktidarda kalması ve ardından dört yıl boyunca radikal muhalefette olması onu belirli bir ideolojinin kararlı bir savunucusu haline getirdi. Görünen o ki, Trump bu ideolojiyi Beyaz Saray’daki ilk iki haftasında olduğu gibi ne pahasına olursa olsun hayata geçirmeye kararlı.

Bu ideoloji nedir?

Öncelikle bu ideolojinin temel ve belirleyici özelliğini vurgulamak gerekir: Trump, tüm seviyelerde, tüm alanlarda ve tüm anlamlarıyla küreselleşmenin ve liberalizmin kararlı ve tutarlı bir karşıtıdır.

Trump küreselleşme karşıtıdır, çünkü ulusüstü kurumları (BM, DSÖ, AB vb.) reddeder ve klasik realistler gibi en yüksek otoritenin hiçbir şeyin ve hiç kimsenin üstünde olmadığı egemen ulus-devlet olduğuna inanır. “Amerika’yı Yeniden Harika Yapacağız” (Make America Great Again - MAGA) sloganının anlamı da tam olarak budur. Trump’a göre ABD, öncelikle büyük bir güçtür ve dünya siyasetinde yalnızca kendi çıkarlarını gözeterek hareket eden, kendi değerlerini ve menfaatlerini savunan tam teşekküllü bir özne olmalıdır.

Trump ve ideolojisi, uluslararasıcılığın her türlüsünü, “evrensel değerler”, “küresel demokrasi”, “insan hakları” gibi söylemleri reddeder. Onun için tek mutlak öncelik Amerika ve onun refahıdır. Bu projeye katılanlar dost veya müttefiktir, karşı çıkanlar ise düşman. ABD’nin kendi refahı dışında hiçbir görevi yoktur ve hiçbir merci Amerikalılara neyi, nasıl ve ne zaman yapmaları gerektiğini, nasıl davranmaları gerektiğini, neye inanmaları veya saygı duymaları gerektiğini dikte edemez.

Küreselleşme ise tam tersine dayanmaktadır: ABD’nin liberal demokrasinin kalesi, koruyucusu ve sponsoru olması gerektiğini ve hatta kendi çıkarlarını aşarak ulusüstü menfaatlere hizmet etmesi gerektiğini savunur. Küreselciler insanlık kategorisinde düşünürken, Trump Amerika bağlamında düşünür. Bu, uluslararası ilişkiler teorisindeki temel çelişkiyi de yansıtır: realistler (Trump) ve liberaller (Biden, Obama, Clinton ve hatta Cumhuriyetçi Bush Jr.).

Bunun yanı sıra Trump, cinsiyet ideolojisi, ilerlemeci liberalizm, aşırı bireycilik ve postmodernizmi de sert bir şekilde reddetmektedir. Bu noktada kendisini geleneksel bir muhafazakâr olarak konumlandırır ve iki doğal biyolojik cinsiyeti (kadın ve erkek), sağlıklı bir aileyi, dini, disiplini, kendine inancı, iyimserliği ve ahlaki göreceliliğin, sapkınlıkların yasallaştırılmasının ve zorla dayatılan suçluluk duygusunun (örneğin, erkek, beyaz, Hristiyan, vatansever olduğunuz için özür dilemek zorunda bırakılmanız) reddini savunur.

Trump, “iptal kültürüne”, liberal sansüre ve her türlü kolektif kimliğin ortadan kaldırılmasına şiddetle karşıdır. Buna karşılık liberalizm, LGBT+ veya trans bireyler hakkında en ufak bir eleştiriyi faşizm olarak değerlendiren ve bunun sonucunda baskıcı önlemler alan bir mezhepsel inanç haline gelmiştir.

Bu bağlamda, Trump’ın ideolojisi ABD’de 1980’lerden beri egemen olan jeopolitik ve dünya görüşüyle tamamen ve temelden çelişmektedir. Bu küreselci liberal ilerlemeci vizyon, bireyi sosyal bağlardan ve yükümlülüklerden giderek daha fazla koparmayı amaçlıyordu; cinsiyetin ötesine geçmek bir yana, insan doğasının kendisini de reddetmeyi hedefliyordu (örneğin, sibernetik insan ve posthümanizm teması). Küresel siyasette bu, ulus-devletlerden tek bir dünya hükümetine doğru kademeli bir geçiş anlamına geliyordu (modern Avrupa Birliği modeli gibi).

Ancak Trump hem liberal ideolojiyi hem de küreselleşmenin jeopolitiğini sert bir şekilde reddetti. Üstelik sadece reddetmekle kalmadı, büyük bir enerjiyle dünya gerçekliğini yeniden şekillendirmeye girişti. Beyaz Saray’daki iki haftasında bile bu sürecin büyük ölçüde başladığını görebiliyoruz.

Trump’ın yıktığı dünya düzeni ve onun küreselciler tarafından inşa edilmek istenen versiyonu oldukça açıktır. Ancak şimdi asıl soru şu: Trump yerine nasıl bir dünya inşa ediyor?

Trump’ın başlattığı reformlar nesnel olarak çok kutupluluğa yol açabilir. Yani, ideolojik veya jeopolitik tek bir hâkim gücün olmadığı, farklı medeniyetlerden oluşan bir dünya düzeni. Çin, Hindistan, İslam dünyası, Afrika ve Latin Amerika gibi büyük medeniyetler nihayet küreselleşmenin boyunduruğundan kurtularak kendi egemen yapılarını inşa edebilirler. Ancak Trump’ın doğrudan bu vizyonu benimseyip benimsemediği belirsizdir. Bazı destekçileri (örneğin, Marco Rubio) çok kutupluluğun bir gerçeklik olduğunu kabul etmeye başlamış olsa da, Trump’ın şahsen bunu içselleştirdiğini söylemek zor.

Trump’ın vizyonu daha çok Yalta sisteminin ve küreselciliğin tek kutuplu düzeninin tamamen yıkılmasına dayanıyor. Bu yüzden BM, küreselci örgütler (DSÖ, USAID) ve hatta NATO gibi, son 80 yılın sembolleri olan kurumları ortadan kaldırmaya başladı.

Trump ABD’yi yeni bir imparatorluk olarak görüyor ve kendisini, çürüyen cumhuriyeti sona erdiren Roma İmparatoru Augustus ile özdeşleştiriyor. Bu yüzden Grönland, Kanada, Panama Kanalı ve hatta Meksika üzerindeki iddiaları dikkat çekiyor. Trump’a göre ABD, insanlığın hayalini kurduğu büyük bir güçtür, ancak bu gücü yalnızca kendisi için kullanmalıdır. Diğer ülkeler ya ABD’yi hayranlıkla izler ya da ondan korkar. Ona meydan okuyanlar ise Amerikan askeri gücünün yıkıcı darbesiyle karşılaşacaktır.

Trump, Batı’nın hegemonyasını değil, doğrudan ABD’nin ulusal hegemonyasını önemsiyor. Bu, çok kutupluluğun kabulü değil, küreselcilerin temel varsayımlarından tamamen farklı yeni bir tek kutuplu dünya projesidir.

ABD içinde bu, küreselci liberal elitlerin tasfiyesi ve muhtemelen onların tamamen ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Trump, siyasi zulüm, medya linci ve hatta suikast girişimlerine maruz kaldı. Reformlarının ölçeğinin ona hata yapma şansı tanımadığını biliyor. Bu yüzden ilk darbeyi o vuruyor ve gerektiğinde iç düşmanlarını sistematik olarak ortadan kaldıracak. Ve bu süreçten geri adım atmayacak.

Bu yeni dünya düzeni, Trump’ın niyetinden bağımsız olarak, nesnel olarak çok kutupluluğa katkıda bulunuyor. Kendi büyük gücünü yaratma hedefi, diğer devletleri de egemen güçler olmaya itiyor. Bu da dünya çapında yeni bir güç dengesine işaret ediyor: Küreselciliğin sonu ve büyük devletlerin çağı.