Rus uçağını neden düşürdük? - YORUM

| Yorum Analiz

Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin kalleş bir cinayete kurban gitmesi Rusya meselesini bile bir anda ikinci plana itti ama ben yine de bu Yorum yazımda Rusya meselesinin, uçağın düşürülmesi meselesinin daha az konuşulan taraflarını dikkatlerinize sunmak arzusundayım.

Eser Karakaş

Eser Karakaş

Tahir Elçi cinayetinin Rusya meselesinden de önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu, gerekçeleriyle, uzun uzun tartışacağız, ama Rusya meselesinin bazı detaylarını da atlamak olmaz kanısındayım.

Rus uçağını neden düşürdük, gerçekten bilemiyorum. Çok küçük bir grup dışında kimsenin de bildiğini zannetmiyorum; ama bildiğim bir şey var. Bu da, Rus uçağının, angajman kurallarını hassasiyetle uygulamak için düşürülmediğidir. Sayın Cumhurbaşkanı, ısrarla, “Kim angajman kurallarını ihlal ederse cevabını alır, bugün de alır, yarın da alır, egemenlik haklarımızın ihlaline izin veremeyiz, iz olur.” derken, Başbakan Yardımcısı Sayın Kurtulmuş, “Rus uçağı olduğunu bilse idik, düşürmezdik” mealinde bir açıklama yapmaktadır. Önerim, öncelikle ve ivedilikle, kamu erki kullanan iktidar mensuplarının kendi aralarında bir mutabakata ulaşmalarıdır. Bu konuya ilişkin söyleyeceğim şey, kimsenin zekâmızla alay etmemesidir; her şeyi yapabilirler ama lütfen zekâmızla dalga geçmeye kalkmasınlar.

AÇIKLAMAYI KİM YAPMALIYDI?

Yukarıda belirttim, Rus uçağı neden düşürüldü bilemiyorum ama bildiğim angajman kuralları nedeniyle düşürülmediğidir. Emri kim, nasıl verdi? Bu da zaten çok netleşmemiştir ama tüm bu konuların zaman içinde açığa çıkacağına inanıyorum.

Ancak açığa çıkmak için zamana da gerek kalmayan bazı meseleler Rus uçağı meselesi üzerinden ortaya bir kez daha dökülmüş bulunmaktadır. Bu çerçevede dört konuyu bu yazımda bir kez daha tartışmaya açmak istiyorum.

Bu konuların birincisi çok önemsediğim ama anlamakta zorlandığım nedenlerden çok tartışılmayan kurumsal bir konu. Rus uçağının düşürülmesinin hemen arkasından taraflardan açıklamalar gelmeye başladı. Bu açıklamalar önemli ama daha da önemlisi bu açıklamaların kimlerden geldiği konusu idi. Rusya Savunma Bakanlığı hemen konuya ilişkin görüş, itirazlarını bildirirken Türkiye tarafından açıklamalar Sayın Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanlığı'ndan geldi. Açıklamaları yapan tarafların demokratik asimetrisi muhtemelen herkesin de gözüne çarpmaktadır. Askeri konularda, güvenlik meselelerinde açıklama yapmak demokratik hukuk devletlerinde savunma bakanlıklarının görevidir. Zira bu bakanlık askeri bürokrasinin siyasi amiri durumundadır. Açıklamaların teknik nitelikleri dahi olsa, nihai anlamda siyasi açıklamalardır ve askeri bürokrasi tarafından yapılması demokratik geleneklere aykırıdır. Açıklamaların Rusya tarafından Savunma Bakanlığı, Türkiye tarafından ise Cumhurbaşkanlığı makamı ve TSK tarafından yapılmış olması hoş bir durum gibi gözükmüyor. Rusya Federasyonu'nun bile demokratik geleneklerde Türkiye'nin önünde olduğu izlenimini vermektedir. Milli Savunma Bakanlığı, bugün ön planda olamayacak ise neden vardır? Temel görev tanımı nedir? Bu soruların sorulması kaçınılmazdır. Yeni anayasa yapılabilir ise temel önceliğin, Genelkurmay Başkanlığı'nın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması demokratik hukuk devleti için bir olmaz ise olmaz niteliktedir. Başkanlık rejimlerinde de askerin, Başkan'a değil, yine sivil bir bakanlığa bağlanması esastır.

GENÇ KUŞAKLARIN NASIL YETİŞTİĞİ GÜNDEME GELMELİ

Tartışmaya açmak istediğim ikinci konu, Sayın Cumhurbaşkanı'nın uçak olayı sonrası, 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde bir grup öğretmene yaptığı konuşmada öğretmenler tarafından kaynaklanan tepkinin niteliğidir. Sayın Cumhurbaşkanı angajman kuralları gereği Rus uçağını düşürdük, yine de düşürürüz derken, hamasi bir savaş dilini benimsemiş iken, öğretmenlerden büyük bir alkış ve destek gelmiştir. Sayın Erdoğan bile öğretmenlere hitaben bu konunun alkışlanacak bir konu olmaması gerektiğini ifade etmiştir. Öğretmenler, çocuklarımızı, insani bağları, dostluk ve barış hisleri gelişsin, evrensel bilimsel bakışa sahip olabilsinler diye emanet ettiğimiz çok değerli kişilerdir. Öğretmenlerden beklentimiz, çocuklarımızı, hamasi söylemlerle, milliyetçi, yabancı düşmanı bakış açılarıyla bezendirmeleri olmamalıdır. Cumhurbaşkanı'nın yaptığı konuşmada yaşanan bu sevimsiz gelişmeye Milli Eğitim Bakanlığı'nın, öğretmen sendikalarının, eğitim sendikalarının gerekli tepkiyi vermemiş olmaları da meselenin başka bir boyutudur. Mevcut öğretmen stokunun elinde genç kuşakların nasıl yetiştiği mevzuu tekrar gündeme gelmeli ve tartışılmalıdır. Şayet bu öğretmen grubu temsili değil de Sayın Cumhurbaşkanı'nın özel olarak seçtiği bir grup ise bu da ayrı bir problemdir.

Tartışmaya açmak istediğim üçüncü konu, uçak olayından sonra gündeme gelen Rus yaptırımlardan bir tanesi, ithalatta uyguladıkları standart denetimlerinin güçlendirilmesi meselesidir. Bu standart denetiminden ortaya çıkan sonuç Rusya'ya yaptığımız meyve ve sebze ihracatının yüzde yirmisinin sağlık, hijyen standartlarının altında olduğu ve Rus gümrüklerinden geri döndüğü gerçeğidir. Peki, Rusların kendi çocuklarına yedirmediği bu standart altı meyve ve sebzenin Türkiye'de yeniden iç pazara sürülmesinin mantığı nedir? Sayın Cumhurbaşkanı'nın uçak olayı sonrası ağzından düşürmediği kavram “ulusal egemenlik”tir. Buna, belirli bir çerçevede, itirazımız yok. Ancak ulusal egemenlik kavramı vatandaşın refahını, mutluluğunu artırdığı ölçüde daha anlamlı hale gelmektedir. Bir Rus uçağının hava sahamızı on yedi saniye ihlal etti diye düşürülmesi ulusal egemenlik ise sağlığa zararlı meyve ve sebzenin denetim dışı bir biçimde çocuklarımıza yedirilmesi de milli egemenlik midir? Ulusal egemenlikçilerin bu konulara, mesela çocuklarımıza devlet marifetiyle zehirli sebze, meyve yedirilmesi meselesine, temel hakların ihlali meselelerine ses çıkarmaması milli egemenlik meselesini de tartışmalı hale getirebilmektedir.

Dördüncü konu kuzey Suriye meselesi tartışılır iken devlet yetkililerinin, mesela Sayın Cumhurbaşkanı'nın, Bayırbucak Türkmenlerine soydaşımız diye hitap etmeleridir. Türkmen meselesine bir insanlık dramı, temel hak ve özgürlükler ihlali değil de bir akrabalık meselesi çerçevesinde dayanışma mantığı ile yaklaşmak aynı devlet yetkilileri tarafından Anayasa'nın 66. maddesinin yani vatandaşlığın bir hukuki bağ olduğu anlayışının açık ihlalidir. Anayasa'nın 66. maddesi, senelerdir söylediğimiz gibi, bir anayasal vatandaşlık maddesi değil midir? Etno-kültürel aidiyet çerçevesinde kendini Türk hisseden herkes Türkmenlere “soydaşım” diyebilir ama bir Cumhurbaşkanı böyle bir ifade kullanamaz.

Bu süreçte gözüme çarpan bu dört konuya, Kürt meselesini de ekleyerek yazımı noktalayabilirim. Süreç göstermiştir ki, Türkiye kendi içinde Kürt meselesini çözemediği müddetçe Ortadoğu meselesinde daima büyük sıkıntılara düşecektir. Bunun çok net bir biçimde görülememesi de beni hayretlere düşürmektedir. Dış politikada yaşanan tıkanıklığın temel nedeni de biraz, hatta bütünüyle budur.