Türkiye'nin Rusya ile Suriye ayrılığı

| Murat Yetkin

İşin doğrusu, Rusya ile ekonomik ilişkiler tıkırında. Rusya, Türkiye’nin elektrik üretiminin dörtte birinden fazlası demek olan bir numaralıİ doğalgaz sağlayıcısı. Aradaki ticaret hacmi, doğal olarak Rusya lehine dengesizlikle 26 milyar dolara ulaşmış durumda.

Dün Rus meslektaşı Sergey Lavrov’u İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda ağırlayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu ticaret hacmini kısa sürede 100 milyar dolara çıkarma doğrultusunda, daha önce Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen iddialı hedefi tekrarladı. Bu, doğal olarak yalnızca enerji ticaretiyle gerçekleşebilecek bir hedef değil. Bankacılık, ulaştırma, inşaat ve turizm alanında yeni projeler gündemde.

Ama enerji yine de ilk sırada. Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralını Ruslar, Akkuyu’da 20 milyar dolar gibi büyük bir yatırımla kurmayı üstlendi. Akkuyu’nun karşı kıyısında Kıbrıs Adası bulunuyor. Ve Kıbrıs, Türkiye ile Rusya arasındaki siyasi anlaşmazlık konuları arasında yer alıyor.

Belki de rastlantıyladır, dün AB Bakanı Egemen Bağış’ın şakayla karışık sözleri, Kıbrıs konusunda gelinen noktayı güzel anlatıyordu. Bağış, dünürler olarak nitelediği Türkiye ve Yunanistan ile İngiltere’nin, Kıbrıs’taki Türk-Rum evliliğini kurtarmaya çalıştıklarını söyledi. Adadaki iki halkın 1974’ten bu yana yatakları ayırmış olmaları bir yana, bu ayrılıktan Rusya’nın en çok istifade eden taraflardan biri olduğu da ortada.

Euro bölgesindeki ekonomik kriz Kıbrıs’ın Rum idaresindeki güneyinde tatlı hayata son verince, şimdiye dek oradan iyi kazanan Rus yatırımcılar başka kapı aramaya başladı. Kıbrıs çevresinde yeni gaz yataklarının ortaya çıkması işin cabası ve Rusya için Kıbrıs bir rahatsızlık kaynağı.

Ama asıl büyük siyasi sorun Suriye. Davutoğlu ve Lavrov’un Suriye halkının çektiği acıları dile getirmiş olması tam bir diplomasi harikası, çünkü bu ikilinin bundan bir kelime fazla ortak söyleyeceği bir şey yok. Artık kendi başkenti Şam’ın kenar mahallelerine dahi jet uçaklarından bomba yağdıran Beşar Esed rejiminin arkasında durabilmek için insanın ya çelik gibi sinirleri ya da kaybedemeyeceği kadar büyük çıkarları olması lazım ve belki de Moskova ikisine de sahip.

Tabii BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip üyesi Rusya, ABD’nin asıl endişesinin artık El Kaide bağlantısını kendisi ilan etmiş olan El Nusra hareketinin, Esed yerine yönetime geçmesi olduğunu ve bu yüzden Esed’i devirebilecek şekilde ağırlığını koymadığını biliyor. Bu bakımdan aslında İran ve İsrail’in çizgileri de tuhaf bir şekilde benzeşiyor. Arada 910 kilometre sınırı olan, sınırın iki yanında Kürt sorunuyla ve mülteci akınıyla uğraşan Türkiye’nin Suriye konusunda yanında fazla müttefik bulamayan hali devam ediyor.

Yine de Davutoğlu, Lavrov ile görüştüğü Çırağan Sarayı’nda aynı gün Suriye Ulusal Koalisyonu lideri Muaz El Hatib’le de buluşarak adeta tutumundaki kararlılığın altını çizmiş oldu.

Türkiye’nin Suriye’de yaşanan insanlık trajedisine kayıtsız kalması söz konusu olamaz, olmamalı. Krizin başlarında insani ve siyasi destek ile daha fiziki destek arasında kalan gri alanlar, Türkiye’nin bu konularda uzun süredir antrenmansız olmasından kaynaklansa da insani ve siyasi konularda Türkiye’nin devrede olması doğal karşılanmalı.

Her ne kadar Rusya ve Türkiye bu konuda ayrı uçlarda olsa da bu konuyu yükselen ticaret ilişkilerine karıştırmamaları, özellikle Rusya bakımından ayrıca ilginç. Reel politika biraz da bu zaten.