Rusya Müftüler Konseyi’nden farklı dinlere birlikte yaşama çağrısı
Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar, İslam medeniyetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sahip oldukları büyük mirasın korunması, dinlerarası diyalogun ve eşitliğin sağlanması, Müslüman ülkelerin iç siyasi istikrarı için hayati önem taşımakla birlikte Hz. Muhammed (sav) takipçilerinin dini görevidir. Rusya, her zaman hayatını, evrensel ve geleneksel değerler temelinde inşa eden ve adalet, sürdürülebilir kalkınma ve karşılıklı saygı ilkelerine bağlı olan herkesin müttefikiydi ve öyle de kalacak.
İslam medeniyeti, doğduğundan beri, önemli bir Hıristiyanlık bileşenini içeriyor. Hadislerde ve Hz. Peygamber’in (sav) hayatını anlatan kitaplarda, Hıristiyanlara karşı nasıl davranılacağına sayısız örnekler bulunuyor.
Hz. Muhammed’in (sav), henüz çocukken amcası tarafından götürüldüğü Suriye yolculuğu sırasında Hıristiyan rahip Bahira ile yaşadığı görüşme ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Rivayete göre rahip, çocuğu büyük bir geleceğin beklediğini söyler ve ona iyi bakılmasını ve düşmanlardan korunmasını ister.
Hz. Muhammed’in (sav) kurduğu toplum-devlet baştan itibaren Ehl-i kitap’ı, yani Yahudi ve Hıristiyanları da içeriyordu. İngiliz Yurttaş Hakları Beyannamesi’nden (1689) bin yıl önce Medine’de, dini ne olursa olsun tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ilan edilir. İslam Peygamberi (sav), sahabeleri, Ehl-i kitap’ın haklarına saygı gösterilmesi konusunda uyararak, Hıristiyan veya Yahudileri rencide edenlerin Rabbin lütfundan mahrum kalacağını ve ağır ceza alacağını söyledi.
Peygamber’in (sav) bir Hıristiyan kabilenin elçilerini Mescid-i Nebevi’de kabul ettiği biliniyor. Günümüzde gayrimüslimlerin buraya girmesi yasak.
Müşriklerin baskı ve işkencelerine maruz kalan ilk Müslümanlar, Habeş (Etiyopya) Kralı tarafından himaye altına alındı. Onları barındıran Hıristiyan ülkede isyan çıktığında ise Müslümanlar, eline silah alarak düzenin sağlanmasına yardımcı oldu.
Kuran’ın en duygulandıran ayetlerden bazıları Hıristiyanları anlatıyor: “Ve yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Biz Hristiyanlarız" diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar” (5:85) Hz. Peygamber’in (sav) Arabistan Hıristiyanlarına verdiği amannamede: “Peygamber Muhammed’den piskopos Ebû’l-Hâris’e ve Necran piskoposuna, kâhinlerine, onlara tabi olanlara ve ruhbanlarına. Ellerinin altındaki az ya da çok malları, kiliseleri, manastırları, ruhbanlık merkezleri Allah’ın ve elçisinin zimmetindedir (korumasındadır). Hiçbir piskopos, rahip ve kâhin değiştirilmez. Hiçbir hakları, yetkileri ve bulundukları durumları değiştirilmez. Borçlarını yerine getirdikleri, haksızlık yapmadıkları ve zâlim olmadıkları sürece (bu konuda) ebediyen Allah’ın elçisinin zimmeti (koruması) vardır.” yazıyordu.
Hz. Muhammed, Hıristiyan hükümdarlara inançlarının yakın olduğunu temin ediyordu: “Kesinlikle onaylayıp tanıklık ederim ki Meryem oğlu İsa Allah’ın ruhu ve kelimesidir.” Müslümanlar, tüm bunları yüzyıllar boyunca iyi biliyor ve hatırlıyordu ve Hıristiyanlara, Peygamber’in davrandığından farlı davranmak için bir neden göremiyordu.
Arap fetihleri döneminde yaşayan Nasturi Patriği I. Timothy, büyük bir coşkuyla şunu yazıyordu: “Bugünlerde Allah’ın izniyle tüm dünyaya hükmeden Araplar, bildiğiniz gibi Hıristiyanlığa karşı olmadıkları gibi rahipleri ve Rabbimizin azizlerini övüyor, kilise ve manastırlara yardım ediyorlar.”
Hıristiyanlar, İslam Devleti’nde önemli bir rol oynadı. İslam Devleti’nde sol kol vezirlerinden biri ve birkaç veznedar Hristiyanlardandı. Hıristiyan bilim adamları da büyük saygı görüyordu.
Halife Memun, Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) adlı bir akademi kurduğunda, başına Hıristiyan hekim Ebu Zekeriya Yuhanna’yı getirdi. Cündişapur’da (Huzestan) Hıristiyanlar tarafından dönemin en iyi tıp okulu kuruldu. Halifenin ve vezirlerin en iyi hekimleri genellikle Hıristiyanlardı. Hıristiyan hakem Curcis ibn Bahtişu, açık bir şekilde İslam’ı kabul etmeyi reddetmesine rağmen halife tarafından Bağdat’ın başhekimi tayin edildi.
Nusaybin (Nasturi) ilahiyat okulu, halifelik döneminde bir nevi üniversiteye dönüşmüştü. Burada din dersleri dışında felsefe, tarih, coğrafya ve doğa bilimleri okutuluyordu. Müslüman soylular çocuklarını buraya gönderiyordu.
Merv şehrinin Hıristiyan bilim adamları da ünlüydü. Aralarından biri de felsefe, tıp, matematik ve dil bilimi uzmanı sayısız yeteneklere sahip Sahl Rabbai, “bilgelerin hocası” olarak gösteriliyordu. Oğlu Ali ibn Sahl, felsefeci ve hekimdi. Merv’in bir diğer ünlü Hıristiyan bilim adamı, botanikçi ve hekim İbn Masa’ydı. İbn Masa’nın çalışmalarından daha sonra Al-Biruni’nin yararlandığı ifade ediliyor.
Hıristiyanlar, Yunanca ve Latinceden çeviriler yaparak Antik bilim mirasını Şark için erişilir duruma getiriyordu. Örneğin Aristo’nun eserlerini Arapçaya meşhur Harezmli Abulhair ibn Hummar, Süryaniceye de Piskopos Paul Dersheharsky yaptı.
Aralarında Adam Mez’in de bulunduğu birçok Doğu bilimcisi, 7-8 yüzyıllarda Mezopotamya, Ortadoğu, İran ve Orta Asya’daki refahın büyük ölçüde çok sayıda Hıristiyan topluluklar tarafından sağlandığını iddia eder.
Halifenin sarayında sık sık Müslüman ve Hıristiyan ilahiyatçıların katılımıyla tartışmalar düzenlenirdi. Taraflardan hiç biri asla görüşünden taviz vermezdi ancak bu tür toplantılar, hem dinleri anlamak için hem de bir hoşgörü gösterisi olarak çok önemliydi. Müslüman ve Hıristiyanların ortakyaşarlığını Haçlılar bile sarsamadı. İşgalci Avrupalılara karşı savaşan Selahaddin Eyyubi’nin ordusuna Doğu Hıristiyanlar ve Yahudiler de katılmıştı.
- yüzyılın ilk yarısında yaşayan ünlü Mısırlı siyasetçi ve devlet adamı, Kıpti halkın temsilcisi Makram Ubayd, “Din olarak ben Hıristiyanım, memleket olarak Müslümanım” diye tekrarlamayı çok severdi.
Birçok Müslüman da Hıristiyan yurttaşlar hakkında yarı şaka, “Onlar, Pazar günleri kiliseye giden Müslümanlardır” diye anlatır ve “Hepimiz, Müslümanlar da Hıristiyanlar da, aynı tarihin evlatlarıyız” diye eklerler.
Aslında günlük yaşam, kültür ve gelenekler açısından İslam ve Hıristiyanlığın Arap takipçileri arasında çok az fark var. Ortadoğu’nun büyük şehirlerinde Müslüman ve Hıristiyan kadınlar arasında giyim kuşam farkı ancak son zamanlarda belirlenmeye başladı. Oysa kırsal bölgelerde durum hiç değişmedi, hatta bazı yerlerde Hıristiyan kadınlar giyimlerine Müslümanlara göre daha titiz yaklaşıyor.
Arap Hıristiyanlar, Müslümanlar gibi Tanrı’yı “rab”, “ilah” ve hatta “Allah” olarak adlandırır. Yine Müslümanlar gibi gelecek için umutla “inşallah” der.
Günümüzde İslam ve Hıristiyanlık düşmanları, İslam medeniyetinin jeopolitik düşmanları, farklı inançlara sahip insanlar arasındaki çelişkileri körüklemeye çalışıyor. Sosyal, ekonomik ve politik çatışmalar kasten şişiriliyor ve aşılamaz dini ve medeniyetler çatışması olarak gösteriliyor. Müslümanları Hıristiyanlara karşı kışkırtarak insanların dinleri ve tarihleri konusundaki cehaletinden yararlanmaya çalışıyorlar.
Zararlı düşünce tuzağına kapılan ve İslam’ı yanlış bilenlere, İslam’ın amacının, her ne pahasına olursa olsun tüm insanları Müslüman yapmak, hele de bu emel uğruna şiddet, ateş ve kılıca başvurmak olmadığı hatırlatılmalı. Müslümanların başlıca görevi, etraftakilere Kuran’daki mesajı ulaştırmak ve anlatmaktır. En önemlisi de doğru yaşam tarzı, eğitim ve profesyonellik düzeyiyle örnek olmaktır. Din seçimi, insanın kendi kararıdır. Yaratan ve yaratılan arasındaki ilişkiyle ilgilidir ve kimsenin buna müdahale etmeye hakkı yok. Allah insana seçim özgürlüğünü verdi. İnsanın seçtiği yaşam tarzı ve emellerine göre Yüce Allah’ın verdiği ceza ve ödülün anlamı da bu seçim özgürlüğüne dayanıyor. İnsanı özgürce seçim yapma fırsatından mahrum etmek, Tanrı’nın insanı yaratma planına tamamen aykırı. Müslümanlar, tebliğ ötesine çıkmak ve İslam’ı diğer insanlara dayatmak hakkına sahip değiller. Zira bu açık bir şekilde Kuran’daki emirlere zıt: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.” (2:256) ve “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” (16/125)
Tıpkı İslam dünyası gibi Rusya, Rusya medeniyeti, de iki temele sahip: Hıristiyanlık (doğu ayini) ve İslam. Ancak ters orantılı. Eğer İslam dünyasının yaklaşık onda birini Hıristiyanlar oluşturuyorsa, Rusya’nın onda birini Müslümanlar oluşturuyor. Müslümanlar, tıpkı Ortadoğu Hıristiyanları gibi, Rusya tarihinin, devletinin ve toplumunun ayrılmaz bir parçasıdır.
Rusya, imparatorluk döneminde, Arap Müslüman ülkelerindeki Ortodoks Hıristiyanları ve bazı diğer doğu kiliselerin takipçilerini seçkin müttefikler olarak görüyordu. Batı, o dönemlerde, sömürge politikası çerçevesinde açık bir şekilde Katoliklere ve Roma egemenliğini tanıyan diğer Hıristiyanlara dayanıyordu. Sovyetler döneminde Moskova, sosyalizm fikirlerine odaklanan Arap ülkelere aktif yardım ediyordu. Rusya, kendini sadece Hıristiyan ve eski komünist devlet olarak gören Müslümanların gözündeki bu stereotipi dağıtmak için 2005 yılında İslam İşbirliği Örgütü’ne gözlemci olarak katıldı.
Bir yıl önce Arap basınında geniş bir şekilde, Vladimir Putin’in Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da baskı gören Hıristiyan azınlıklarla ilgili açıklaması tartışılıyordu. Rus Devleti’nin vaftiz edilmesinin 1025. yıldönümünde Moskova’da düzenlenen kutlamalar sırasında, yerel Ortodoks kiliselerin liderleriyle görüşen Rusya Devlet Başkanı, mevcut durumdan duyduğu endişeyi dile getirdi ve Moskova’nın bu durumu göz ardı etmeyeceğini kaydetti.
Ortadoğu’daki Hıristiyan azınlıkların durumuna birçok Müslüman önder de dikkat çekiyor. Sorunlarının çözümü, Müslüman ülkelerin diğer vatandaşlarına özen gösterilmesi kadar önemlidir. Aslında İslam dünyasının mevcut krizden çıkış yollarından biri, Hıristiyanlara layık oldukları yerin sağlanmasıdır, tıpkı tüm tarih boyu olduğu gibi.
Hıristiyanların durumundan duyduğu endişeleri ifade eden Moskova, aynı zamanda Batı’da yayınlanan Hz. Peygamber karikatürlerini ve İslam’a karşı diğer saldırıları da sert bir dille eleştirdi. Moskova, yarım asırdan fazla bir süredir Filistinlileri destekliyor. Bu bağlamda, Rusya yönetimi defalarca hem Fetih hem de Hamas temsilcilerini kabul etti. Moskova, Müslüman devletlerin ülkemizdeki dindaşlarına yaptığı yardımı da memnuniyetle karşılıyor. “Rusya aynı zamanda Müslüman bir ülke” diyen Vladimir Putin, Rusyalı Müslümanların İslam dünyasının bir parçası olduğunu ve onunla tüm gereken bağları koruma hakkına sahip olduğunu kaydetti.
Rusya’nın uluslararası politikasındaki kilit nokta, medeniyet ve dinler arası diyaloga, uluslararası hukuk normlarının dokunulmaz olduğu ilkesine, BM’nin rolünün artırılmasına, sürdürülebilir kalkınmaya ve dini kimlik ne olursa olsun evrensel eşitliğe bağlılığı sürekli beyan etmesidir. Bunlar, uyulması durumunda, hem küresel denge ve istikrarı hem de her bir ülkede barış ve refahı sağlayacak genel ilkeler ve kavramlardır.