Sosyal bunalıma doğru
Sosyal güvenlik ve sosyal değerler, bütün insanlığın, ideal seviyeye getirmek istediği temel unsurlardandır. Toplumsal huzurun ana göstergelerinden birtanesi sosyal değerlerdeki gelişmişlik seviyesidir. Son yıllarda Türkiye’de bu konuda, istatistiklere yansıdığı kadarıyla,maalesef çöküşler yaşanmaktadır. Sosyal güvenliği Türkiye’de temin eden polis ve jandarma teşkilatıdır.
Emniyet ve Jandarma kayıtlarına göre 1990-2018 yılları arasında suç oranlarında önemli artış (%400) olmuştur. Hırsızlık, adam öldürme ve uyuşturucu suçlarında artış %600'e ulaşmıştır. Mesela 2015 yılında günde ortalama 4 kişi öldürülmüş. Cinayetlerin çoğunun nedeni namus ve para iken, 369 kadın aile içi şiddet kurbanı olmuş. Aynı yıl 18 yaşından küçük 193 çocuk öldürülmüş.
İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre ise, Türkiye’de son yıllarda hırsızlık olayları %75 arttı. Uzmanlar, hırsızlık olaylarında yaşanan patlamayı toplumsal değerlerdeki zayıflamaya bağlıyor. Hırsızlık vakaları, 2011’den itibaren artış göstererek 2015 yılında maksimum seviyeyi yakalıyor. 2011 yılında 351 bin gerçekleşen olay sayısı 2015’de 447 bine yükseliyor. Öte yandan, meydana gelen 1,49 milyon asayiş olayının dörtte birini hırsızlık oluşturdu. Böylece hırsızlık, birinci sıraya yerleşen suç türü oldu. Hırsızlık suçunu işleyenlerin yaş aralığına baktığımızda: %78’ini 20 yaş altı, %22’ini ise 20 yaş üstü oluşturuyor.
Türkiye’de tutuklu ve hükümlülerin sayısı 1994'de 38.931 iken 2014'de 152.335'e yükselmiştir. 2014 yılında en çok hüküm giyilen suçlar: %17 hırsızlık, %14,5 yaralama, %8,2 icra-iflas, %5,2 cinayet. Ceza infaz kurumlarında bulunanların %86'sı hükümlü, %14'ü tutuklulardan oluşur. Bunların %96,4'ü erkek, %3,6'sı kadındır. Maalesef bu rakamlar katlanarak artmaktadır. Konu ile alakalı uzmanlara göre, Türkiye’de sadece 2016-2017 yılları arasında silahlı terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği gibi nedenlerle hakkında soruşturma veya dava açılan kişi sayısı 612 bin kişi. Kıyaslama açısından 11 Eylül 2001’den bu yana 17 yılda ABD’de açılan terör suçları davası toplamı 10 bin, İngiltere’de ise sadece 1043. Ki bu rakamların içinde olmayan ve haklarında hukuki soruşturma olmadığı halde, kurumlar ve istihbarat raporlarına dayalı ‘terör örgütü’ suçlamasıyla işlerinden atılan veya kurumları KHK ile kapatıldığı için işsiz bırakılan 200 bini aşkın insan dahil değil. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, işsizlik oranı beklentilerin üzerine çıkarak 10,8 olarak kaydedildi. Bu yaklaşık 9 milyon insana karşılık gelmekte.
Uzmanlar Türkiye’de sosyal güvenliğin sarsılmasının nedenlerini analiz ederken ülke önde gelenleri tarafından sıkça kullanılan tehdit, aşağılama, hedef gösterme, ötekileştirme, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma vb sistematik nefret söylemlerinin toplumda güvensizliğe ve gelecek endişesine sebep olduğu tesbitini yapıyorlar. Ülke önde gelenlerinin bu tarz tutumları bulundukları konum gereği toplumu etkiliyor ve geniş kitlelerde ciddi psikolojik sorunlara, paranoyalara, korku ve endişelere yol açarak toplumu aklen ve ruhen hastalandırıyor. Ekonomik kriz olduğu zaman toplumsal endişe daha da artıyor. 2017 yılında ailevi yetersizlik nedeniyle intihar olayları %23 daha da arttı. Ama ekonomik kriz tek başına toplumsal bunalıma sebep değildir. Toplumun sosyal değerlerinde ve manevi direncinde zayıflama olmuşsa sosyal kriz kendini gösterecektir.
Toplum için sosyal krizler en kötüsüdür. Mesela tabii afetler kader birlikteliği nedeniyle birleşme, kucaklaşma sağlarken, sosyal krizler ayrışmayı, suçlamaları artırıyor. İnsanlar hayattan, gelecekten umudunu yitirebilir, inancını kaybedebilir. Her şeyden kaygı duymaya, şüphelenmeye başlayabilir. Gerek doğal, gerek sosyal krizler iyi yönetilemezse insanların akıl ve ruh sağlığını olumsuz etkiler. Deprem, sel gibi tabi afetlerde görünür sebepler varken, sosyal felaketlerde oklar, eleştiriler yöneticilere, insanlara yönelir. Birlik ve bütünlük bozulabilir; dağılma, parçalanma gibi sonuçlarla karşılaşmak söz konusu olabilir. Tarihte pek çok devletin/toplumun dağılması kaybedilen savaşlardan sonra olmuştur.
Sosyal krizler bir başka yönüyle sivil toplum kuruluşlarının, partilerin, bürokrasinin, prensiplerin, yöneticilerin gerçek zorluklar karşısında test edilmesidir. Sağduyuyu, aklı selimi koruyup krizden çıkabilen yapılar hatalarını, boşluklarını, zaaflarını görür ve çok daha sağlam bir gelecek inşa edebilir; kendini yenileyebilir. Ama hali hazırda ne yazıkki Türkiye’de ne sosyal krizleri ne de ekonomik krizleri önleyici yada dengeleyici kararlar ve açıklamalar yapılamamaktadır. Bu şekilde devam ederse bir sosyal patlama kaçınılmaz olacaktır.
A. A. Osmanoğlu