Gül: Arap Baharı Ortadoğu ve Afrika’ya 20 yıl gecikmeli geldi

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Rusya’nın Yaroslavl kentinde düzenlenecek Küresel Politika Formu’na katılmak üzere Moskova’ya geliyor. Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’in şeref konuğu olarak davet edilen Gül, “Toplumsal Çeşitlilik Çağında Modern Devlet” temasının ele alınacağı kapanış oturumunda bir konuşma yapacak. Rusya ziyareti vesilesi ile Moskovski Komsomolets gazetesi ve Türkiye gündemi ile Rusça olarak yayınlanan www.mk-turkey.ru haber portalına özel röportaj veren Gül, Rusya ziyareti, Ankara’nın değişen yüzünün ana dinamikleri, Türkiye’nin sıfır sorunlu dış politika yaklaşımı, Arap Baharı’nın Türkiye’ye yansımaları ve Yukarı Karabağ sorunu ile ilgili soruları yanıtladı.

 

Rusya'nın Yaroslavl kentinde yapılacak zirve çalışmaları ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Gündeminizde hangi konular olacak?

Bu yıl üçüncüsü düzenlenmekte olan Yaroslavl Forumu’na Devlet Başkanı Sayın Medvedev’in davetlisi olarak katılmaktan mutluluk duyuyorum. Kısa sürede küresel anlamda düşünce dünyasına ve siyasi tartışmalara önemli katkı sağlayan bu güzide platformda, seçkin bir dinleyici topluluğuyla bir araya gelecek ve “modern devlet” teması etrafında şekillenecek tartışmalara kendi tecrübelerimiz ışığında katkıda bulunmaya çalışacağım. Devlet Başkanı Sayın Medvedev’in inisiyatifi ile hayatiyet kazanan bu Forum’un günümüz toplumunun  hızla değişen ihtiyaçlarını ve yönetimlerin karşı karşıya kaldığı sorunları sağlıklı şekilde değerlendirerek ortak bir akıl geliştirmemiz ve doğru adımları atabilmemiz için yararlı bir platform teşkil ettiğine inanıyorum.

Geçtiğimiz senelerde gerçekleştirilen iki forumda modern devlet kavramının derinlemesine incelendiğini ve günümüz şartlarında bunun ne anlama geldiğinin etraflıca ele alındığını biliyorum. Bu seneki toplantımızın odak noktası ise toplumsal çeşitlilik olacak. Forum’da yapacağım konuşmada, Türkiye olarak konuya bakış açımız hakkında katılımcıları bilgilendirecek ve onlarla değerlendirmelerimi paylaşacağım.

Forum vesilesiyle bin yıllık köklü tarihiyle; siyasetten ekonomiye, kültürden bilime, sanattan spora dek pek çok alanda modern gelişmelere katkıda bulunmuş olan ve dünya kültür mirasının önemli eserlerini bünyesinde barındıran Yaroslavl şehrine yapacağım ziyaret sırasında, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı, değerli dostum Sayın Medvedev ile ikili bir görüşme de yaparak Türkiye ile Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerde gündemde bulunan konuları ele alacak ve ülkelerimizi ilgilendiren uluslararası ve bölgesel konularda kendisiyle görüş alış verişinde bulunacağım.

Bu noktada, müsaadenizle Türkiye ile ilgili diğer sorulara geçmek istiyoruz. Türkiye'nin değişen yüzünü nasıl anlamalıyız? Ekonomik, siyasi ve diğer alanlarda bir gelişme içinde olan Ankara'nın ana dinamikleri nelerdir?

Öncelikle, Türkiye’deki değişim ve reform sürecinin iki yüz yıllık bir geçmişinin bulunduğunu belirtmeliyim. Bunun neticesinde bugün, insan haklarına saygılı ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi düzenine, işleyen bir serbest piyasa ekonomisine ve kendini yeni gelişmelere sürekli adapte edebilen aktif bir dış politikaya sahibiz.

Gerçekten de, sağlıklı bir değişimin temelinde, halkın ve dış dünyanın ihtiyaç ve dinamiklerini doğru biçimde anlayabilmek ve bunlara uygun yapıcı politikalar üretebilmek bulunmaktadır. Türkiye olarak, yıllardır edindiğimiz tecrübelerle bunu en iyi şekilde yapmaya gayret göstermekteyiz.

Nitekim halkımızın sesine kulak verilerek, bilhassa son on yılda vatandaşlarımızın yaşam koşullarının daha da iyileştirilmesine yönelik önemli adımlar atılmış ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz. Aynı şekilde, yine son on yılda ekonomik alanda gerçekleştirilen yapısal reformlar ve izlenen istikrarlı politikalar sayesinde Türkiye, satın alma gücü paritesine göre dünyanın 16’ncı, Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisi konumuna gelmiştir.

Benzer şekilde Türkiye, ekonomik alan dahil olmak üzere, toplumsal yaşamın her sahasında kaydettiği ilerlemelerin de etkisiyle dış politikada her zamankinden daha aktif ve etkin bir profil sergilemeye başlamıştır. Artan yumuşak gücüne paralel olarak yakın bölgesi ve ötesinde istikrar, işbirliği ve refahın teşviki yönünde çalışmalara ağırlık vermiş, ihtilafların çözümüne yönelik kolaylaştırıcı roller üstlenmiştir.

Bu çerçevede ülkemiz, kriz odaklı değil “ön alıcı” ve çözüm odaklı yaklaşımlar ortaya koymaya ve bunları mümkün olan en etkin biçimde uygulamaya çalışmaktadır. Bu politikalarını uygularken ise Türkiye, “herkes için güvenlik”, “siyasi diyalog”, “ekonomik karşılıklı bağımlılık”, “kültürel ahenk” ve “karşılıklı saygı” ilkelerini temel almaktadır. Ayrıca, bazen imkanlarını da zorlayacak şekilde küresel sorumluluk üstlenmekten çekinmeyen bir ülkedir Türkiye. Bu meyanda, Türk halkının ve devletinin ortak çabası sayesinde yaklaşık bir ay içinde Somali’deki açlık felaketinin yaralarını sarmak için yaklaşık 300 milyon dolarlık bir yardım fonunun toplandığını ifade etmek isterim.

Netice itibariyle Türkiye, kendisini uluslararası sistemin geleceği üzerinde belirleyici bir etki yapması beklenen Afro-Avrasya coğrafyasının merkezinde, sorunların çözümüne ve fırsatların değerlendirilmesine katkı yapabilecek çok yönlü imkan ve yeteneklere sahip bir ülke olarak görmekte ve bu bilinç içerisinde hareket etmeyi sürdürmektedir.   

Türkiye'nin komşuları ile sıfır sorun politikasında bir değişim var mı? Suriye, Mısır ve Libya örneklerinde olduğu gibi yönetimler ve halkla iletişim arasında bir tercih yapmak ne tür riskler taşıyor?

“Komşularla Sıfır Sorun” politikamız, ülkemizin kuruluşundan bu yana ilke edindiği “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” şiarının günümüz koşullarındaki bir yansımasıdır. Elbette tüm sorunların bir anda çözümlenmesi mümkün değildir ve koşullar sürekli değişmektedir.

Görüş farklılıklarının bulunduğu noktalara takılıp kalmak yerine, halklarımızın ortak yararı ve karşılıklı menfaatler doğrultusunda maksimum işbirliğinde bulunmayı ve halklar arası yakınlaşmayı teşvik etmeyi hedefliyoruz. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da cereyan eden değişim ve dönüşüm hareketleri bu politikamızın temel argümanlarımızı zayıflatmamış, aksine doğruluğunu teyit etmiştir.  Türkiye olarak, tüm bölge halklarının demokrasinin ve barış priminin nimetlerinden yararlanacağı bir siyasi iklimin tesisi için azami çaba göstermeye devam edeceğiz.          

Türkiye değişim rüzgarının ilk kıvılcımının Tunus’ta yaşandığı günden itibaren ilkeli bir tutum sergilemiş ve halkların barışçıl yöntemlerle dile getirdikleri meşru taleplerinin karşılanması gerektiğini vurgulamıştır. Biz bu sürecin artık geri çevrilemeyecek tarihi bir nitelik taşıdığına inanıyoruz. Yönetimlerin yapması gereken değişim karşısında direnmek değil, değişimin düzenli bir şekilde gerçekleştirilmesi için kapsayıcı ve muteber bir geçiş sürecinin önünü açmaktır.   

Esasen, 2003 yılında Dışişleri Bakanı sıfatıyla katıldığım İKÖ toplantısında yaptığım konuşmada, kendi evlerimize çekidüzen vermek amacıyla gerekli reformları yapma çağrısında bulunmuştum. Şimdi yaşananlar, bölgemizdeki ülkelerin artık çatışma, yoksulluk, yolsuzluk ve baskı kelimeleriyle tanımlanmak istemediklerini, değişimin zamanının geldiğini açık ve net olarak ortaya koymuştur.  

Günümüz dünyasında, otoriter yönetimlere, tek parti iktidarlarına, kapalı rejimlere yer olmadığı açıktır. Bireyin her geçen gün artan gücü ile daha fazla ön plana çıktığı çağımızda, halkının meşru taleplerine kulak asmayarak gerekli reformları yapmayan, beklentileri karşılamayan ve halklarının güvenini yitiren yönetimlerin iktidardaki konumlarını sürdürmeleri mümkün değildir.  

Türkiye her zaman, bölge halklarının ve yönetimlerinin çağımızın gereklerine cevap verebilecek siyasi, sosyal ve ekonomik reformları kendi iç dinamikleri ve halklarının beklentileri çerçevesinde, uzlaşı ve diyalog yoluyla ve süratle gerçekleştirmesini arzu etmiş, bölge liderlerine bu yönde telkinlerde bulunmuştur.  Türkiye bu anlamda bölgedeki olayların başından beri halkların yanında olduğunu, halkların huzur ve mutluluğundan yana olduğunu ifade etmiştir.

Arap Baharı'nın Türkiye'ye ne tür etkileri olabilir?

Orta Doğu ve Kuzey Afrika halkları, daha fazla özgürlük, demokrasi ve insan hakları yönündeki taleplerini yüksek sesle dile getirerek geleceğe ümitle bakabilmeyi hedeflediklerini açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. Biz esasen bu gelişmelerin Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından 90’larda yaşanması gerektiğini, değişim rüzgârlarının Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya 20 yıl gecikmeyle ulaştığını düşünüyoruz. Yaşanan halk hareketleri, bölgemizde demokrasinin hakim olamayacağı yönündeki çarpık zihniyeti yıkmış, halklar zedelenen onurlarının iade edilmesinde kararlı olduklarını ortaya koymuşlardır.

Gelinen aşama, geri döndürülemez tarihi bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Bu süreç, büyük fırsatları olduğu kadar ciddi güçlükleri de barındırmaktadır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerin demokrasi, özgürlük, insan hakları ve demokrasinin hiçbir grubun tekelinde olmadığını ortaya koyan, birleştirici bir yönü olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda etnik, mezhepsel ve dini ayrılıkların tetiklenmesi veya ülkelerin toprak bütünlüğünün zarar görmesini, olayların ruhuna aykırı ve önlenmesi gereken tehditler olarak görüyoruz.

Demokrasiye geçiş meşakkatli ve zaman alabilen bir süreçtir. Arap sokağında başlayan olayların düzenli, kapsamlı ve kurumsal bir demokratik temele oturtulması için amaç birliği oluşturulmalıdır. Halkların taleplerinin vakit geçirilmeden karşılanması için eş zamanlı olarak siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar gerçekleştirilmelidir. Bu nedenle uluslararası toplumun, ilgili ülkelerin rızasını almak, yerel halkın iradesini her şeyin üstünde tutmak ve yardım edilen ülkeleri rencide etmemek kaydıyla dönüşüm sürecine destek olması, bölgede demokratik kurumların hayat bulması ve istikrarın egemen kılınması bakımında önem arz etmektedir.

Bu bağlamda, Türkiye örneği, halkının çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak, demokrasi, çağdaşlık ve İslam dininin birbiriyle bağdaştığını kendi tarihi tecrübesiyle ortaya koymuş bir “ilham kaynağı” niteliğindedir. Türkiye, bu bağlamda, kendi demokrasi tecrübesini, tarihi, kurumsal ve teknik birikimini bölge ülkeleri ile paylaşmaya her zaman hazırdır.

Yukarı Karabağ sorunu ve Ermenistan'la ilişkilerde önümüzdeki dönemde yeni bir inisiyatif oluşacak mı? Ankara bundan sonra ilk adımı Erivan'dan mı bekliyor?

Güney Kafkasya bölgesi komşu bir coğrafya olması itibariyle, gerek Türkiye gerek Rusya için özel önemi haizdir. Biz, yakın çevremizde barış, istikrar ve refah ortamının tesis edilmesine yönelik genel vizyonumuz çerçevesinde, bu bölgede de barış, güvenlik ve işbirliğine uygun bir ortamın yaratılmasını amaçlamaktayız.

Malumunuz, Yukarı Karabağ sorunu halihazırda Güney Kafkasya’da bu yönde bir iklimin yaratılmasının önündeki en önemli engeldir. Zannediyorum bu konuda RF ile aynı bakış açısına sahibiz. Yukarı Karabağ sorununun çözümü yönünde sağlanabilecek bir ilerleme bu açıdan belirleyici nitelikte olacaktır.
Bu itibarla RF Devlet Başkanı Medvedev’in bizzat dahil olduğu çözüm çabalarına tam destek verdiğimizi ve bundan sonra sorunun çözümü için üzerimize  düşeni yapmaya hazır olduğumuzu yinelemek istiyorum. Bu yönde sağlanacak bir ilerlemenin süphesiz Türkiye Ermenistan ilişkilerine de olumlu yansımaları olacaktır. Türkiye’nin Ermenistan’la  normalleşme konusunda iradesi tamdır. Normalleşme sürecini tamamlamayı samimiyetle arzulamaktayız. Güney Kafkasya’da kapsamlı ve sürdürülebilir barışın tesisi ile bölge ülkelerine ve ötesine yansıyacak işbirliği ve refah ortamının yaratılmasında Azerbaycan-Ermenistan ve Türkiye-Ermenistan normalleşmesi birbirinden ayrı değil, bölgesel temelde birlikte düşünülmelidir.

Faruk Akkan, Yaşar Niyazbayev, Moskova, Cihan