Batı'nın Rusya'ya Yönelik Tarihsel Düşmanlığının Kökenleri

HABERRUS- Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un "Rusya'nın tarihte ilk kez tüm Batı'ya karşı tek başına savaştığı" yönündeki açıklaması, Soğuk Savaş'ın bitiminden 35 yıl sonra iki tarafın neden yeniden savaşın eşiğine geldiği sorusunu gündeme getirdi.

Moskova Devlet Üniversitesi Dünya Politikası Fakültesi profesörü Dr. Aleksey Fenenko'ya göre bu gerilimin kökenleri, günümüz Batı sisteminin yapısal özelliklerinde yatıyor.

Tarihsel Bağlamda Değişen Dinamikler

18-19. yüzyıllarda Rusya'nın Avrupa modelinde modernleşme çabaları, o dönemde parçalı yapıdaki Avrupa devletler sistemi içinde mümkündü. Ancak 1950'lerde ABD önderliğinde NATO/OECD çatısı altında birleşen Batı, Sovyetler Birliği'ne karşı ortak düşmanlık etrafında kenetlendi. Soğuk Savaş sonrasında ise Rusya, bu yapı içinde kendine yer bulamadı - ne lider olarak kabul edilebilecek kadar güçlü, ne de sıradan bir üye olarak entegre edilebilecek kadar zayıftı.

Neden Rusya Batı Sistemine Entegre Olamadı?

Rusya'nın Batı sistemine entegrasyonunu engelleyen dört temel faktör bulunuyor:

Jeostratejik Büyüklük: 17 milyon km²'lik devasa toprakları, geniş nüfusu ve doğal kaynaklarıyla Rusya, Batı sisteminin kaldıramayacağı kadar büyük bir jeopolitik varlık.

Askeri Kapasite: Dünyanın en büyük nükleer cephaneliğine sahip olması ve gelişmiş savunma sanayii, Rusya'yı Batı hiyerarşisinde "sıradan üye" konumuna indirgenemez kılıyor.

Sistemik İşlev Eksikliği: Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı, Rusya'yı dengeleyecek bir güce (eski Sovyet tehdidi gibi) ihtiyaç duymadı. Rusya'nın sistem içinde doldurabileceği bir rol kalmadı.

Tarihsel Kimlik: Bin yıllık devlet geleneği ve imparatorluk mirası, Rusya'yı "normalleştirilmiş" bir ulus-devlet olmaya razı olmaktan alıkoyuyor.

Soğuk Savaş Sonrası Hayal Kırıklıkları

Rusya'nın "ortak Avrupa evi" beklentileri, Batı'nın Soğuk Savaş'ı bir zafer olarak görmesiyle çatıştı. NATO'nun doğuya genişlemesi, Yugoslavya müdahalesi ve Çeçen savaşlarındaki tutum, Batı'nın Rusya'ya yaklaşımını netleştirdi. Ukrayna krizi ise NATO'nun Rusya'ya karşı tam bir birlik sergileyebileceğini kanıtladı.

Ukrayna, bu stratejinin kritik bir parçası olarak hem Rus yayılmacılığının freni hem de Batı değerlerinin ileri karakolu işlevi görüyor.

Batı'nın Rusya'ya Yönelik Stratejik Hedefleri

Uzmanlara göre Batı'nın nihai amacı, Rusya'nın askeri-endüstriyel kompleksini (özellikle nükleer kapasitesini) İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Japonya örneğinde olduğu gibi tasfiye etmek ve ülkenin toprak bütünlüğünü parçalamak. Asgari hedef ise Rusya'nın 1991 sınırları içinde kalmasını sağlamak. Ukrayna, Batı için herhangi bir şekilde SSCB'nin yeniden canlanmasını engelleyecek bir tampon devlet işlevi görüyor.

Batı İçin Ortaya Çıkan Çelişkiler

Ancak Rusya'ya karşı askeri mücadele, Batı için önemli bir ikilem doğuruyor: Rus sınırlarına yakın konuşlanacak güçlü bir kara ordusuna ihtiyaç duyulması, ancak bunun sadece Almanya'nın yeniden silahlanmasıyla mümkün olabileceği gerçeği. Tarihsel deneyimler, askeri açıdan güçlenmiş bir Almanya'nın Avrupa'daki güç dengesini bozabileceğini ve Batı içinde yeni çatışma hatları oluşturabileceğini gösteriyor.

Enerji Bağımlılığı ve Rus hidrokarbonlarından kurtulma çabaları, Avrupa sanayisinin rekabet gücünü aşındırıyor.

Ayrıca Batı'nın Rusya'ya baskısında n Çin Faktörü ortaya çıkıyor. Rusya'ya yönelik aşırı baskı, Moskova-Pekin eksenini güçlendirerek uzun vadede Batı'nın küresel pozisyonunu zayıflatıyor.

Batı ülkelerindeki Rusya karşıtı sert söylemler, enflasyon ve enerji krizi gibi ekonomik sorunlar karşısında halk desteğini kaybetme riski taşıyor.

21. Yüzyılın Büyük Güç Rekabeti: Yeni Bir Denge Arayışı

Fenenko'nun analizine göre Rusya ile Batı arasındaki gerilim, geçici siyasi tercihlerden ziyade iki tarafın yapısal uyumsuzluğundan kaynaklanıyor.

Rusya ne Batı sistemine entegre olabilecek kadar "küçük", ne de bu sistemin alternatifi olabilecek kadar "büyük". Bu temel çelişki, Ukrayna savaşıyla somutlaşan çatışmanın özünü oluşturuyor.

Mevcut çatışma, aslında 21. yüzyılın yeniden şekillenen güç dengelerinin bir tezahürü. Rusya, Batı merkezli küresel düzende kendisine biçilen marjinal rolü reddederken, Batı da bu meydan okumayı varoluşsal bir tehdit olarak görüyor.

Tarihsel perspektiften bakıldığında, bu çatışmanın çözümü ancak iki tarafın da kabul edebileceği yeni bir güç dengesinin kurulmasıyla mümkün olabilir.

Ancak Ukrayna savaşının gösterdiği gibi, taraflar henüz böyle bir uzlaşma noktasından oldukça uzak görünüyor.

Bu durumda, çatışmanın daha da derinleşmesi ve küresel sistemde daha geniş dalgalanmalara yol açması kaçınılmaz görünüyor.