Rusya-Gürcistan ilişkilerinde yumuşama dönemi - ANALİZ

Suriye’deki çatışmalar, Rusya’nın Akdeniz’e Sovyetler dönemindeki gibi güçlü bir şekilde yeniden dönmesine yönelik politikalar geliştirmesine neden olurken, bu politikanın en önemli ayağı olarak Karadeniz’deki güvenlik arayışları Moskova’yı bölgede yeni hamleler yapmaya zorluyor. Bu çerçevede, Batı’nın zengin enerji kaynaklarının bulunduğu Hazar Denizi ve Orta Asya’ya açılan nirengi noktası Gürcistan’da son dönemde siyasal yapıda yaşanan değişim, Rusya’nın bu bölgedeki hamlelerini daha etkin kılmasına yardımcı oluyor. Diğer yandan, Putin’in son dönemde sıklıkla vurguladığı diplomaside “alternatif” yumuşak güç unsurlarının Gürcistan ile ilişkilerin yeniden yapılanma sürecinde devreye girmesi, Kafkaslar’daki güç dengesini orta vadede Moskova’nın daha da lehine çevirebilecek bir potansiyel taşıyor. Küresel güç mücadelesinin bölgesel bağlamda en fazla hissedildiği yerlerden biri olarak Kafkaslar’daki bu girift denklemin değişmesi, bu açıdan, Rusya-Gürcistan ikilisinin yeni dönemde “ortak bir dil” veya en azından “yıkıcı” bir söyleme sahip olmayan bir ilişki geliştirip geliştirememeleriyle yakından ilintili. Bu nedenle, Ekim 2012’de Gürcistan’da gerçekleşen parlamento seçimleriyle Başbakanlık koltuğuna oturan Bidzina İvanişvili’nin bu göreve geldikten sonra Rusya ile ilişkileri yeniden toparlamaya çalışması ciddi önem arz ediyor. Yine, hâlihazırdaki Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili’nin sert eleştirilerine muhatap olsa da İvanişvili’nin Moskova ile diyalogu geliştirmekten yana olduğu gözlemleniyor. Moskova-Tiflis hattında kurulması muhtemel bu yeni ilişkiler ağı ise ilişkilerde “reset” özelliği taşımamasına rağmen, birçok açıdan Rusya’nın Kafkaslar’a daha güçlü dönüşünün sembolü olacağa benziyor. Bu bağlamda, her ne kadar ilerisi adına bazı belirsizlikler olsa da ilişkilerin geliştirilmesine yönelik iki tarafta da hâlihazırda belli düzeylerde var olan irade ve ihtiyatlı iyimserlik havası, Rusya-Gürcistan ilişkilerinin yakın dönemde farklı parametreler üzerinde yeniden tanımlanabileceğini ima ediyor.

Süreç İçerisinde Gelinen Nokta

Bilindiği üzere, 2003 sonundaki Gül Devrimi ile iktidara gelen Saakaşvili’nin dış politikada Transatlantik ilişkilere ağırlık vermesi ve söylemlerinde Rusya karşıtı bir eğilim izlemesi özellikle 2006 sonrası Tiflis-Moskova hattında sert rüzgârların esmesine neden olmuş ve neticede Ağustos 2008’de iki ülke arasında kısa süreli bir savaş yaşanmıştı. Savaş sonrası iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler tamamen askıya alınmış, Rusya, Gürcistan’a ait ayrılıkçı bölgeler olan Abhazya ve Güney Osetya’yı bağımsız devletler olarak tanımış ve Tiflis yönetimi, Moskova’nın önderliğindeki Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan ayrılmıştı. İlişkilerde gelinen nokta iki ülkeyi neredeyse “düşman devletler” konumuna sokmuştu. Uzun bir süre karşılıklı siyasi ve diplomatik temas sağlanmamış ve ekonomik ve ticari ilişkiler minimum seviyeye indirilmişti.

Ancak savaş sonunda ayrılıkçı bölgelere yönelik çözüm ihtimalinin daha da karmaşık bir hal alması ve beklenen NATO üyeliğinin kısa vadede gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması Gürcü siyasi elitini zor durumda bıraktı. Ülkede işsizliliğin artması, doğrudan yabancı yatırımların azalması, ekonomik koşulların kötüleşmesi ve bürokraside rüşvetin yeniden yaygınlık kazanması ise özellikle son 1-2 yıldır Saakaşvili iktidarına karşı toplumda artan oranda bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Yine, Gürcistan ekonomisi için pazar imkânı ve çeşitli avantajlar sunan Rusya gibi bir komşuyla ticari ilişkilerin daha da çıkmaza girmiş olması Gürcü halkında zamanla huzursuzluk yarattı. Rusya’da önemli bir oranda Gürcü diasporasının yaşıyor olması ise akrabalık bağları dolayısıyla ilişkilerin yeniden rayına oturtulması gerektiği algısını Gürcistan’da yerleştirdi. Saakaşvili’ye karşı muhalif hareketlerin oluşmasına yol açan bütün bu nedenler, neticede, İvanişvili’nin liderliğini yaptığı ve ülkedeki farklı siyasi akımları bir araya getirmeyi başaran Gürcü Rüyası Koalisyonu’nun, Ekim 2012’de yapılan seçimlerde Saakaşvili’nin Birleşik Ulusal Hareket’ini yenerek, Gürcistan’ın iç ve dış siyaset çizgisini belirleyecek yeni bir aktör olarak ortaya çıkmasını sağladı. Aynı zamanda dolar milyarderi olan İvanişvili’nin sermayesini büyük oranda Rusya’da kazanmış olması ise iki ülke ilişkilerinin farklı boyutlarda ilerleyeceğinin habercisi oldu.

Bu noktada, İvanişvili’nin AB ve NATO üyeliği perspektifini savunmasının yanı sıra Rusya ile ilişkileri “tamir etmeye” çalışacağını dış politika öncelikleri arasında sayması ve ikili ilişkileri önemsediğini her fırsatta vurgulaması yeni dönemin ayırt edici özelliklerinden en önemlisi olarak karşımıza çıkıyor. Abhazya ve Güney Osetya’nın statülerinin açıklığa kavuşturulması konusu ise İvanişvili tarafından zamana bırakılıyor. Dolayısıyla, Gürcistan’ın muhtemel NATO üyeliğinin Rusya’ya yönelik bir tehdit oluşturmayacağı noktasında Moskova’nın ikna edilmesi İvanişvili’yi ilerleyen dönemde en fazla zorlayacak konuların başında geliyor. NATO-Rusya ikilemini fark eden İvanişvili, bu açıdan, ilişkilerin düzeltilmesinde küçükten büyüğe bir sıralama takip ediyor.

İvanişvili Faktörü

İkili ticaretin geliştirilmesi, ulaşım hatlarının faaliyete sokulması ve vize prosedürlerinin kolaylaştırılması gibi “netameli” olmayan konulardan başlayan İvanişvili, göreve gelir gelmez tecrübeli diplomat Zurab Abaşidze’yi Rusya ile ilişkilerden sorumlu özel temsilcisi olarak atadı. Abaşidze ile Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Grigoriy Karasin arasında Aralık ayında Cenevre’de yapılan görüşme, ilişkilerin normalleşmesi adına iki ülke yetkililerinin aracısız olarak son dört buçuk yılda gerçekleştirdikleri ilk ve en üst düzey temas oldu. İkincisinin Mart başında Prag’ta gerçekleştiği bu görüşmeler sonucunda ise bazı alanlarda hâlihazırda ilerlemeler sağlanmış durumda.

İkili ticarette engelleri aşmaya yönelik gerçekleştirilen müzakereler sonucunda Moskova yönetimi, öncelikle, ilişkilerin kötüleşmesi paralelinde Mart 2006’da yasak kapsamına aldığı Gürcü şarabı ve maden suyu ithaline artık izin vermiş bulunuyor. Şubat ayı sonunda sağlık konusunda incelemelerde bulunmak için Rusya’dan Gürcistan’a gelen uzman ekibin verdiği karar doğrultusunda hâlihazırda 36 alkol ve 4 maden suyu üreticisi firmaya bu yaz itibariyle Rusya pazarında faaliyet göstermelerine izin verildi. Bu sayının incelemelerin devam etmesiyle artabileceği belirtiliyor. Gürcistan’daki maden suyu firmaları sayısının toplamda 4, şarap üreticisi firma sayısının ise 80 olduğu dikkate alındığında, alınan izinlerin Gürcü yönetimini memnun ettiği görülüyor.

Öte yandan, ambargonun başladığı 2006 yılına kadar Gürcü şarabının ihraç edildiği ülke sıralamasında yüzde 80 oranıyla Rusya’nın başı çektiği göz önüne alındığında, kalkan ambargonun Gürcistan ekonomisini nispeten canlandıracağı ve getirisinin büyük olacağı tahmin ediliyor. Nitekim 2005 yılında Gürcistan’ın Rusya’ya ihracat gelirlerinin yarısından fazlası (89 milyon dolar) şarap satışından elde edilmişti. Rusya’nın yasak koymasıyla ise Gürcistan’ın bu ülkeye ihracatında ciddi oranlarda düşme olmuştu. Rusya pazarını kaybeden Gürcistan’ın şarap ihracı yıllık 60 milyon şişeden 16 milyona kadar düşmüştü. Başka pazarlar arayan Gürcü üreticiler rotayı Baltık devletleri, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Belarus ve Ukrayna gibi ülkelere çevirmişlerdi. Şarabın, Gürcistan’ın toplam ihracatındaki payı ise yüzde 10’lar seviyesinden 2012 yılı itibariyle yüzde 2,7’ye kadar inmişti. Yine maden suyunun Gürcistan ihracatındaki payı yüzde 2,5 seviyesine gerilemişti.

Gürcistan’ın dış ticaretindeki kompozisyonu değiştiren bu olgu, Tiflis’in süreç içerisinde başka ortaklarla daha kapsamlı ekonomik ilişkiler geliştirmesini netice verdi. 2005 yılında Rusya, sahip olduğu yüzde 16’lık payla Gürcistan’ın en büyük dış ticaret ortağı iken zamanla bu konumunu yitirdi. 2012 yılına gelindiğinde Gürcistan’ın dış ticaretinde Rusya’nın payı yüzde 5’e kadar düştü. Gürcistan’ın günümüzde en büyük ticaret ortağı Türkiye (yüzde 15) iken onu, Azerbaycan (yüzde 12,3), Ukrayna (yüzde 7,5), Çin (yüzde 5,8) ve Almanya (yüzde 5,7) takip ediyor. Rusya ise hâlihazırda altıncı sıraya kadar gerilemiş durumda. Ancak uzmanlar, alınan izinler çerçevesinde gerek bilinirlilik gerekse de kalitesi dolayısıyla Gürcü şarabı ve maden suyunun yeniden Rusya piyasasında önemli bir pazar payına sahip olabileceğini ve ikili ticaretin artışa geçeceğini belirtiyorlar. Bununla beraber, şarap ve maden suyuna çıkan izinleri, Gürcistan’dan sebze, meyve ve diğer tarım ürünlerinin ithalatına konan yasakların kaldırılmasının takip edeceği sanılıyor. Bu şekilde, iki tarafın da ticari ilişkileri, işbirliği yapılabilecek ve ilerleme sağlanabilecek sınırlı ve nispeten “pürüzsüz” alanlardan biri olarak gördükleri anlaşılıyor.

İki ülke arasında ulaşım hatlarının yeniden faaliyete sokulması konusunda ise çalışmalar devam ediyor. 2008 yılında Gürcistan’a kara, hava, deniz ve demiryolları ile ulaşımı tamamen durduran Kremlin yönetimi, ilk defa 2012’de karşılıklı charter seferlere izin verdi. Halihazırda Rus “Sibir” ve Gürcü “Airzena” havayolları Moskova-Tiflis arasında charter uçuşları gerçekleştirirken, Rus “Ural Havayolları” Moskova-Kutaisi ve Yekaterinburg-Tiflis arasında tarifesiz seferler düzenliyor. Ancak fiyatlar, üçüncü ülkeler üzerinden yapılan transit uçuşlara göre hemen hemen iki kat daha pahalı. Hem fiyatlar konusunda iyileştirmelerin yapılması hem de tarifeli uçuşların başlatılması konusunda ise müzakereler sürüyor.

Yine, 1992 yılından beri faaliyette olmayan Gürcistan-Rusya arasındaki demiryolu hattının açılması konusunda da İvanişvili, Moskova yönetimine olumlu mesajlar gönderiyor. Ocak ayındaki Ermenistan ziyareti sonrası İvanişvili, bu konuda Rusya ile müzakerelerin yürütüldüğüne dair açıklamalarda bulundu. Ancak, demiryolunun Abhazya üzerinden geçmesi ve Ermenistan’ı Rusya’ya doğrudan bir şekilde bağlayacak olması, Tiflis-Moskova arasında müzakere edilebilecek konunun Azerbaycan-Gürcistan-Ermenistan üçgeninin yanı sıra Türkiye-Rusya ilişkilerini de içine alan bölgesel denklem içerisinde değerlendirilmesi gerektiği sonucunu doğuruyor. Zira Azerbaycan, demiryolunun açılmasının Rusya’dan Ermenistan’a silah sevkiyatını daha da kolaylaştıracağını düşünürken ortaya çıkacak durumu stratejik çıkarlarına ters görüyor. Diğer yandan, Doğu-Batı koridorunda Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının yakın bir süre içerisinde açılması planları Moskova’nın bu konuda jeopolitik açıdan kendisine rakip olarak gördüğü Türkiye’yi de denkleme dâhil ediyor. Ayrıca, Abhazya’daki “de facto” yönetimin, Gürcistan-Rusya ilişkilerini düzeltebileceği endişesiyle demiryolu hattının açılmasına karşı çıktığı biliniyor. Bütün bu nedenler ise iki ülke arasında ulaşım hatlarında demiryolu ve otoyol bağlantılarının sağlanması konusunun şimdilik başka bir bahara ertelenebileceğini ifade ediyor.

Vizeler ve Diplomatik İlişkiler

İkili üst düzey temaslarda müzakere edilen diğer bir önemli konu başlığını ise Rusya’nın -Abhazya ve Güney Osetya’da yaşayanlar hariç- Gürcistan vatandaşlarına yönelik hâlihazırda yürüttüğü vize uygulaması oluşturuyor. Rusya, Gürcistan’daki özellikle Pankisi vadisinden Kuzey Kafkasya’ya geçen grupların ülkede terör saldırıları gerçekleştirdiğini iddia ederek, Eduard Şevardnadze zamanında 2000 yılında yürürlüğe soktuğu vize zorunluluğu şartını 2008’de daha da sıkılaştırmıştı. Karşılıklı olarak devreye giren vize uygulamasında Rusya vatandaşları gümrükte vizeyi düşük bir ücret karşılığında alabilirken, Gürcistan vatandaşları için Rusya’ya girişler ciddi bir külfet oluşturmaya devam etti. 2004’te Rusya vatandaşları için vize uygulamasını daha da hafifleten Gürcistan, beklediği kolaylığı karşı taraftan göremedi. 2008 sonrası ise diplomatik ilişkilerin tamamen kesilmesiyle iki taraf da vize uygulamalarını oldukça zorlaştırdı. Tiflis yönetimi, Rusya’daki diplomatik misyonunu tamamen geri çekerken; Moskova, bağımsızlıklarını tanıdığı Abhazya ve Güney Osetya’da büyükelçilik açtı. Gürcistan’daki diplomatik faaliyetlerini ise Tiflis’teki İsviçre büyükelçiliği bünyesinde sürdürdü. Toprak bütünlüğünü tanımayan Rusya’ya bu açıdan Gürcistan’ın yakın zamanda ülkede büyükelçilik açmasına olumlu bakması beklenmiyor.

Öte yandan Moskova yönetimi, Abhazya ve Güney Osetya vatandaşlarına vize uygulamazken, Gürcistan da 2010 yılında aldığı bir kararla Rusya’ya bağlı Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine yönelik vize zorunluluğunu kaldırmıştı. Yerel yönetimlerin olumlu yaklaştığı karara Moskova tepki göstermiş ve uzun bir süre alınan kararı eleştirmişti. Tiflis ise gerek ekonomik nedenler gerekse de diasporanın talepleri dolayısıyla süreç içerisinde tutumunu gözden geçirerek yeni bir karara daha imza attı. Geçtiğimiz yıl Mart ayında Saakaşvili yönetimi aniden Rusya vatandaşlarına 90 gün sürelik ziyaretlerinde vize muafiyetlerine dair bir karar aldı ve bu ülkeye yönelik vize uygulamasını tek taraflı olarak kaldırdı. İşte, Abaşidze ve Karasin arasında Mayıs sonunda üçüncüsünün yapılmasının planlandığı görüşmede İvanişvili’nin ekibinin, Rusya’nın Gürcistan vatandaşlarına yönelik sürdürdüğü vize uygulamasını kaldırması veya en azından belli grup meslek sahibi insanlar için vizelerin hafifletilmesi talebini gündeme getireceği tahmin ediliyor. Ancak diplomatik ilişkilerin tesis edilemediği ortamda Rusya’nın vizeleri tamamen kaldırması beklenmiyor. Bununla beraber, vizelerin kaldırılmasından yana çekinceleri olan Kremlin yönetiminin, iş adamları, akademisyenler, öğrenciler, sanatçılar ve diğer bazı meslek grupları için vize uygulamasının kolaylaştırılması konusuna sıcak yaklaştığı belirtiliyor.

Bu meselenin diğer bir yanını ise aslında Saakaşvili yönetiminin Ekim 2008’de Abhazya ve Güney Osetya toprakları için kabul ettiği “işgal edilmiş” bölgeler hakkındaki kanun oluşturuyor. Rusya, Gürcü yetkililerden bu kanunu yürürlükten kaldırmalarını talep ediyor ve bu kanun yürürlükte olduğu sürece de Gürcistan vatandaşlarına yönelik vize uygulamasının devam edeceğini vurguluyor. İşgal kanununun daha çok Rusya’yı hedef alması dolayısıyla, Moskova’nın kanunun iptali noktasında vizeleri “pazarlık” unsuru yaptığı görülüyor. “İşgal edilmiş” bölgeler hakkındaki kanunun Rusya’yı ilgilendiren en önemli kısmını, Tiflis yönetiminin, diğer ülke vatandaşlarının Abhazya ve Güney Osetya’ya ancak Gürcistan’ın izin verdiği sınır kapılarını kullanarak girmelerini zorunlu kılması oluşturuyor. Gürcistan, ayrılıkçı bölgeler olarak kabul ettiği söz konusu iki bölgeye de girişlerin kendi kontrolündeki sınır kapılarından gerçekleştirilmesini istiyor. Abhazya’ya girişlere sadece Batı Gürcistan tarafında yer alan Zugdidi üzerinden izin veren kanun, Güney Osetya’ya girişlere ise ancak Gori kenti üzerinden müsaade ediyor. İki giriş güzergâhının da Gürcü yetkililerin kontrolünde olması bu bölgeye girişlerin ancak Gürcistan’ın izniyle gerçekleşebileceğini gösteriyor. Öte yandan kanun, Rusya’nın bağımsızlıklarını tanıdığı Abhazya ve Güney Osetya’ya bu ülke vatandaşları için daha kolay olan kuzeydeki sınır kapılarından girişlerine de yasak getirmiş oluyor. Zaten Saakaşvili’nin bu kanunu çıkarırken en büyük amacı, Abhazya ve Güney Osetya ile ortak kara sınırına sahip Rusya’yı cezalandırmaktı. Nitekim kanun, yasağı ihlâl edenleri, yani iki bölgeye de bahsedilen sınır kapılarından farklı kanallardan giriş yapanları, seyahat amaçlarına göre bir-iki bin dolar para cezası veya dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırmayı öngörüyor.

Ancak gelinen noktada, Gürcistan’ın tek taraflı olarak Rusya vatandaşlarına vizeyi kaldırmış olması, yasak ihlâllerinin takibinin yeterince düzgün yapılamaması ve cezai işlemlerin etkili işletilememesi dolayısıyla, kanunun gözden geçirilmesi gerçeği ortaya çıkıyor. Rusya ile ilişkileri farklı bir düzlemde yeniden tanımlamaya çalışan İvanişvili de kanunda öngörülen cezalara yönelik yakında hafifletici düzenlemeler yapılacağını açıklamış bulunuyor. Kanunun tamamen kaldırılmasına sıcak bakmayan İvanişvili’nin, Rusya ile vizeleri kolaylaştırma adına cezai işlemlerde hapis cezasının kaldırılmasına pozitif yaklaştığı değerlendiriliyor.

Siyasi Alanda Kısa Paslaşmalar

Siyasi alanda ise iki ülke yetkilileri arasında -Saakaşvili hariç- hem söylem bazında hem de eylem noktasında sembolik de olsa bazı ilerlemeler kaydedildi. Rus medyasında Gürcistan hakkında yer alan haber ve yorumlarda özellikle 2011 sonrası olumsuz algının yerini yavaş yavaş tarafsız bir söyleme bıraktığını söyleyebiliriz. İvanişvili’nin Başbakan olmasıyla da bu algının temkinli de olsa pozitife evrildiği gözleniyor. Bu bağlamda, Rusya’da bazı kurum ve üniversiteler ikili işbirliğini bir şekilde yeniden tesis etmek için devreye girmiş bulunuyorlar. Bu kurum uzmanlarının gerek Gürcistan’a yaptıkları ziyaretlerle, gerekse de hazırladıkları rapor ve analizlerle Saakaşvili sonrası Gürcistan’ı Moskova yörüngesine çekmeye çalışmaları veya en azından Tiflis yönetiminin anti-Rusya söylemlerinin sona ermesi noktasında çaba göstermeleri dikkat çekiyor. Yine, NATO’ya alternatif oluşumları da Gürcistan’ın değerlendirmesi gerektiği konusunda Rus medyasında yayınlar artmış durumda. Bu açıdan, ilerleyen dönemde Rusya’nın Gürcistan ile ilişkilerin normalleşmesi sürecinde sivil toplumu ve “yumuşak güç” unsurlarını daha fazla devreye sokacağı söylenebilir.

Rus medyasında gerçekleşen bu “ağız değişikliği” ülkenin yakın zamanda kabul edilen yeni dış politika doktrinine de yansımış durumda. Şubat ayında Putin’in onayladığı yeni “Dış Politika Konsepti”nde, Gürcistan ile ilişkilerin normalleşmesine Rusya’nın ilgili olduğu belirtiliyor. Bu normalleşmenin ise Kafkasya’da değişen konjonktürü de hesaba katarak Gürcü tarafının kendisini hazır hissettiği alanlarda olması gerektiğini Rus dış politika yapıcıları vurgulamış bulunuyorlar. Gürcü tarafı ise Rusya’nın bu yaklaşımını tam olarak benimsemese de ilişkilerin geliştirilmesinden yana bir pozisyon alıyor. İvanişvili’nin başbakan seçildikten hemen sonra ABD’den resmi davet almasına rağmen bu ülkeye henüz ziyaret gerçekleştirmemiş olması Rusya ile ilişkilere verdiği önemden kaynaklanıyor. Diğer üç komşu ülkeye ziyaret gerçekleştiren İvanişvili, davet geldiği takdirde Rusya’ya da gidebileceğini söylüyor. Nitekim ekonomi zirvesi için gittiği Davos’ta mevkidaşı Rusya Başbakanı Dmitry Medvedev’le kısa bir görüşme gerçekleştiren İvanişvili, Rus yetkililerle üst düzey siyasi temas sağlamayı ilişkilerin normalleşmesi adına gerekli görüyor. Yine İvanişvili, her ne kadar Abhazyalı ve Güney Osetyalı sporcuların kendi “de facto” devletleri kontenjanından katılma ihtimalleri olsa da, 2014 yılında Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenecek Kış Olimpiyatları’nda Gürcistan’ın da yer alacağını belirtiyor.

Öte yandan, İvanişvili’nin Rusya ile ilişkilerde manevra alanını genişleten iki önemli husus bulunuyor. Öncelikle, Saakaşvili’nin 2013 sonbaharında gerçekleşecek olan başkanlık seçimlerinde yeniden aday olamayacak olması İvanişvili’nin elini rahatlatıyor. Saakaşvili, daha önceleri yaptığı kanun değişiklikleri ile Gürcistan devlet başkanlığı için en fazla iki sefer seçilme şartı getirmiş ve devlet başkanının yetkilerini sınırlandırmıştı. Yürütme ve icra makamı olarak da başbakanın konumunu güçlendirmişti. Geçtiğimiz Ekim’de yaşadığı gibi bir hayal kırıklığına hiçbir zaman maruz kalmayacağını düşünen Saakaşvili, devlet başkanlığı sonrası başbakanlık koltuğuna oturmaya hazırlanmaktaydı. Ancak gelinen süreçte Saakaşvili’nin 2013 sonrası Gürcistan siyasetinde şansının azaldığı bilinen bir gerçek. Bu durum ise zaten 2013 başkanlık seçimleri sonrasında başbakanlık yetkileri daha da artacak olan İvanişvili’nin, Saakaşvili’nin Rusya karşıtı söylemlerini ciddiye almaması sonucunu doğuruyor. İvanişvili’nin elini rahatlatan ikinci neden ise Gürcü toplumunda Rusya ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik birkaç sene öncesine göre değişen algılar. Gürcistan’da kuzeydeki komşu ile ilişkilerin eski düzeyde olmasa da bir şekilde düzeltilmesini isteyenlerin oranı Saakaşvili’nin ciddi muhalefetine rağmen oldukça yükseklerde seyrediyor. Nitekim ABD’li Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü (IRI)’nün yakın zamanda Gürcistan’da yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, Gürcü halkının yüzde 72’si Rusya’yı siyasi ve ekonomik bir tehdit olarak görmesine rağmen yine büyük bir çoğunluğu (yüzde 83) bu ülke ile daha fazla diyalog kurulmasını destekliyor. Rusya ile diyaloga kesinlikle karşı çıkanların oranı ise sadece yüzde 2. Rusya ile ilişkilerin ilerletilmesi konusunda toplumdan aldığı desteğin yüksek olması, İvanişvili’nin Kremlin yönetimiyle yeni formül ve taleplerle bir şekilde masaya oturmasını kolaylaştırıyor.

Sonuç itibariyle, İvanişvili’nin başbakanlık koltuğuna oturmasıyla, Rusya-Gürcistan ilişkilerinde iki ülkenin de dış politika çizgilerinde keskin değişiklikler yaşanmadan gerçekleşen ancak çok da retorikte kalmayan bir dönüşümle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. İlişkilerin normalleşmesi adına atılan adımlarda ise karşılıklılık esasının yeterince aktif işlemediği gözlemleniyor. Gürcistan’ın daha fazla taviz verdiği iddia edilmekle beraber ilişkilerin gelişmesinden ekonomik açıdan daha fazla kazançlı çıkacak taraf olacağı tahmin ediliyor. Rusya’nın ise uluslararası arenada daha fazla hareketlilik kazanan ve birbirlerine daha fazla eklemlenen coğrafyalar olarak Karadeniz ve Akdeniz havzalarında jeopolitik çıkarlarını maksimize etmeye çalıştığı görülüyor. Dolayısıyla, Rusya-Gürcistan ilişkilerinde normalleşmenin biraz da bir yanda ekonomik avantajlar, diğer yanda ise jeopolitik güç üstünlüğü sağlama arasında oluşacak muhtemel denge üzerinde yükseleceği ve gerçekleşeceği söylenebilir.