Tolstoy mu, Dostoyevski mi?
Tolstoy mu Dostoyevski mi isimli kitaptan daha önce bahsetmiştim. Öyle bir oturuşta okunacak kitaplardan değildi. Bugünkü öğleden sonram özetin, altı çizili cümlelerin, notların defterlere, klasörlere, dosyalara yerleştirilmesi ile geçecek.
Stainer ikisini çeşitli zaviyelerden karşılaştırırken sonuç bellidir aslında. Rus edebiyatının bu iki devi felsefeleri ile birbirinden uzaktır ve düşmandır.
Oysa aynı coğrafyada ve aynı zamanda yaşayan Tolstoy ve Dostoyevski'nin benzerlikleri de çoktur. Düşüncelerini besleyen onca ortaklığın yanı sıra ikisi de tutkulu birer kumarbazdır, ikisi de meşhur Optina manastırına defalarca gitmiştir, ikisi de Petraşevski halkasına dâhil olmuştur, ikisi de kardeş acısı yaşamıştır, Rafael'in Madonna ve Çocuk tablosu ikisinin de duvarında asılıdır. Buna rağmen bir araya gelmemişlerdir hiç, tanışmamışlardır. Üstelik aralarındaki uzaklık kendiliğinden değildir, bilerek isteyerek kaçmışlardır birbirlerinden. “Belki de böyle bir karşılaşmanın şiddetli bir mizaç çatışmasıyla veya daha da kötüsü tam bir iletişimsizlikle sonuçlanacağından korkuyorlardı.”
Birbirlerini dikkatle takip ettikleri de bellidir. Tolstoy, Dostoyevski'nin ölümünden birkaç gün önce Ezilenler'i okumuştur. Onun ölümü üzerine büyük acı duyduğunu ve ağladığını yazar bir mektubunda. Kendisi Astapova'da bir istasyon şefinin odasında öldüğünde yatağının başucunda Karamazovlar vardır. Dostoyevski'nin ise Tolstoy'un eserleri ile ilgili değerlendirmeleri olduğu gibi romanlarında da açıkça Tolstoy'a atıflar vardır.
Fakat topluma, bireye, siyasete, tarihe bakışları farklıdır. Mesela savaş, evrensel insani ilkelere yükselmiş Tolstoy tarafından Anna Karenina'nın son bölümünde 1877-78 Osmanlı Rus Harbi üzerinden eleştirilirken aynı savaş esnasında, Mesihçi beklentilere kapılmış “ultra milliyetçi” Dostoyevski “Tanrı Rus gönüllüleri başarılı kılsın!” diye sayıklar. Çünkü her şeyden evvel Hıristiyanlığa ve Ortodoksluğa, kiliseye bakışları çok farklıdır.
Tolstoy romanı bırakarak idealist-ahlakçı “Tolstoyizm”in başını çekerken Ortodoks kilisesinin temel ilkelerine karşı çıkmıştı. Onun reddiyesi Dostoyevski'de tam bir kabule dönüşür. Bir yanı Omsk'taki Ölüler Evi'nin şeytanetine bağlı olsa da Dostoyevski'nin bir yanı daima İncil'dir ve o en fazla bu yanıyla Dostoyevski'dir. “Ortodoks inancına bağlanmış, imanın gizemleri ve trajedileri tarafından büyülenmiş olan Dostoyevski”, “Tolstoy düşüncesinin varacağı yeri kabaca görüyordu, bu, Mesihsiz bir Hıristiyanlık olacaktı”. “Gerçeğe inanmak yerine Mesih'e inanmayı” yeğleyen Dostoyevski buna tahammül edemedi. Büyük ihtimalle “Kendisini destekleyen bir kilise yapısı olmadan bireysel azizliğin bencillik olduğunu” düşünüyordu.
Aralarındaki zıtlık ölümlerinden sonra da sürdü. Tolstoy Sovyet idealiyle uyumlu görülse de Dostoyevski derin Ortodoksisi yüzünden genellikle reddedildi.
Netice olarak Tolstoy epik geleneğin en büyük mirasçılarından biridir, Dostoyevski ise dramatik geleneğe bağlıdır. Tolstoy kır ve doğayı anlatan pastoral bir yazardır, Dostoyevski kentin ve izbe yapıların içinden bakar hayata ve insana. Tolstoy gerçeğin peşinde koşarken Dostoyevski gizemlere düşkündür. Tolstoy ahlak yolunda dururken Dostoyevski ruhun doğal olmayan dehlizlerinde ve bataklıklarında dolaşır.
Tolstoy somut yaşantıları anlatırken Dostoyevski sanrıların, hayaletlerin sınırında gezinir; bir düş olsa bile şeytani ayartmalara her zaman açık sahneler kurgular. Tolstoy zenginliğin ve sağlığın timsali iken Dostoyevski yoksul bir saralıdır, bu haliyle hastalığın ve cinler tarafından ele geçirilmenin yüklediği enerjilerin toplamıdır. Tolstoy insanlığın, sonunda varacağı yeri zamanın akışı içinde öngörmüştür, Dostoyevski'nin vizyonu kendi çağı ve dramatik anın durgunluğundadır. Kilise tarafından aforoz edilmiş olan Tolstoy kendi mezarına Rusya'da ilk kez ladini bir cenaze töreniyle konmuştur. Dostoyevski ise Ortodoksi'nin bütün gereklerini taşıyan bir cenaze töreninin ardından bir Manastır mezarlığına defnedilmiştir.