Rusya-Türkiye ilişkileri üçüncü ülkelerin oyununa gelmesin
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 3 Aralık’ta gerçekleşecek Türkiye ziyaretini Rusya Dışişleri Bakanlığı Diploması Akademisi öğretim görevlisi Türkolog Aslanbek Molzoyev’le konuştuk. Ziyarette Suriye konusunun önce çıkacağını, ancak bu konudaki farklı bakış açılarının iki ülke arasında gelişen çok boyutlu ortaklık yapısına zarar vermesine müsaade edilmemesini isteyen Mozloyev, “Dünya’da müthiş bir silahlanma yarışı var. Nükleer olmayan, ancak öldürücü gücü çok daha yüksek olan silahlar üretiliyor. Enerji alanları yeniden paylaşılıyor. Avrupa krizden çıkmak için yeni nüfuz mücadelelerine giriyor. Rusya ve Türkiye bölgede barış ve istikrar için üçüncü ülkelerin oyununa gelmeden işbirliğini sürdürmeli…” tavsiyesinde bulundu.
Tarihte Osmanlı-Rus savaşlarının genellikle üçüncü ülkelerin müdahalesi ile yaşandığını hatırlatan tarihçi Mozloyev, “17. yüzyıldan bu yana üçüncü güçlerin en korkunç rüyası Rusya ve Türkiye’nin ortak yaklaşımlar geliştirebilmeleri. Bu birlikteliğin doğmaması için gerekeni yaparlar. Suriye krizi ile birlikte çıkan olaylar bunun göstergesi. İndirilen Suriye uçağındaki kargo meselesini, uluslar arası basında yer alan dezenformasyonu be çerçevede değerlendirmek gerekir.” dedi.
Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’ini derslerimde okutuyorum
İki ülkenin milli çıkarlarını iyi kavramalarını ve karşılıklı güven zemininin zedelenmesine izin vermemelerini talep eden Rus akademisyen, “Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi bir ülkenin komşuları ile sıfır sorunlu bir politika anlayışı geliştirme çabası içine girmesi beni çok sevindirdi. Derslerimde bu konuyu sıklıkla işliyorum. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabını ders kitabı olarak okutuyorum. Türkiye gibi güçlü bir ülkenin artık elinde olmayan gerekçeler ifadesi olmamalı. Avrupa içine düştüğü krizden savaşlarla çıkmaya çalışıyor. Her taraf bataklık olacak ki ekonomi yeniden canlanabilsin. Sorun uygar olmadığı iddia edilen ve zengin kaynaklar üzerinde oturan halkların eskisi kadar saf olmaması. Batı halkları birbirine düşürüyor. İçerde etnik ve dini farklılıkları körüklüyor. Sonra da sorun çözücü olarak geliyor. Sovyetler Birliği böyle yıkıldı. Babil’in kulesi de şeytanın farklılık tohumlarını saçması nedeni ile tamamlanamamıştı…” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye artık mücadele edilen değil, mücadele eden bir ülke
Avrupa füze savunma sisteminin bir parçası olarak Kürecik’e radar sistemlerinin yerleştirilmesinin Moskova-Ankara hattında stratejik ortaklık planlarını gölgelediğini ifade eden Rus uzman, “Bana göre 1 Mart tezkeresine TBMM’nin hayır oyu vermesi Rusya açısından çok doğru algılanan bir sinyal oldu. 2002’de Ak Parti iktidara geldi. 3 ay sonra tezkere reddedildi. 2004’de Putin’in, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesine temel oldu. Moskova, Türkiye’nin gönderdiği “bağımsız dış politika kararları alabiliyorum” sinyalini iyi algılamıştır. Bu ziyareti güçlü kıldı. Üst Düzey İşbirliği Konseyi gibi kurumsal yapıların önünü açtı. Bir de Erdoğan’ın Gürcistan savaşı sırasında Moskova ziyaretini not etmek gerekir. BDT ülke liderleri bile Moskova’ya gelemedi. Erdoğan Moskova’ya gelerek Rus liderlerle görüştü. Türkiye, güçlü bir Rusya’nın önemini biliyor. Çok kutuplu yapının dünya siyaseti için daha doğru olacağını düşünüyor. Bir de Türkiye artık mücadele edilen bir ülke değil. Kendisi mücadele edebilecek güce sahip. Bu yüzden Rusya-Türkiye ilişkileri dış politikada bazen yapıcı olarak bazen de karşı karşıya gelebiliyor. İki potansiyel de var. Terazi durumu. Burada bir gramın ciddi ağırlığı olur. Siyasette de liderlerin önemi ortaya çıkıyor. Putin ve Erdoğan çok iyi anlaşıyor. Ama ikinci üçüncü bürokratlar açısından bu denklemi çok iyi kurgulamak gerekiyor.” dedi.
Türkiye dünya gücü olma yolunda
Ankara’nın güçlü ülke olma yoluna girdiğini, bunu hissettiğini ifade eden Rus uzman, “Bu hedefe yönelik politikalar geliştiriyor. Yani tekrar eskiyi yakalama hissiyatı var. Bölge gücü olma ve dünya gücü olma yolunda kendinden söz edilebiliyor. Rusya için de benzer durum söz konusu. 1990’ların başında bu çok daha net ortaya çıkmıştı. Moskova, arka bahçesindeki komşudan şüphelenmeye başlamıştı. Ancak Türkiye’nin bu yaklaşımlarının kısa sürmesi isabetli olmuştur. Eski Sovyet ülkelerinde artık rekabetin yerini işbirliği aldı. Ankara, bu bölgede işbirliğini tercih etti. Bölge ülkeleri de kendi vagonlarını Ankara’nın lokomotifine bağlayabileceklerini zannettiler. Ancak ekonomik açıdan bu imkansızdı. Günlük yaşamda ekonominin kuralları geçerli. Ankara lokomotifi bu vagonları çekemedi. Rusya bu dönemde Pantürkizm endişesi taşıdı. Bunun içinin boş bir söylem olduğu çok kısa sürede anlaşıldı. Rusya artık endişe etmiyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ya da Erdoğan’ın Tataristan ziyaretleri teşvik bile edilmiştir. Bu çok önemli bir gelişmedir.” yorumunu yaptı.
Rus-Türk kültürleri çok benzer
İki ülke şairlerinin şiirlerinde, edebiyatçıların kullandığı sıfatlarda, sevgililerin birbirlerini ifade ederken kullandığı ‘ay yüzlüm’, ‘kalem kaşlım’ gibi simgeler birbirine çok benzediği, hüsran, keder, sevinç ve neşelerin ortak olduğunu vurgulayan Mozloyev, “Sevinçli ya da kederli olduğumuzda milyonlar mı gidiyor? Hiç önemli değildir. O duygu tüm benliğimiz kaplar. Rus turistlerin Türkiye ziyaretleri kültür etkileşimini gençler arasında etkili kıldı. Şimdi bakıyorum gençler, Türkler gibi kucaklaşıp öpüşüyor.” dedi.