‘Erdoğan’ın S-400 hikayesi’
HABERRUS - İlhan Tanır Ahval’deki köşesinde Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemlerinin neden halen Erdoğan rejimi tarafından kurulumu yapılmayıp aktif hale getirilmemesini değerlendirdi.
İşte İlhan Tanırın yazısının tamamı;
Nisan ayının bitmesine bir haftadan az bir süre kala geçtiğimiz yılın yaz aylarında Ankara'daki Mürted hava üssüne konuşlandırılan Rus S-400 hava savunma sistemlerinin kaderi daha da konuşulur oldu.
Türkiye şimdiye kadar S-400'leri Ankara'ya indirdikten sonra kutusundan çıkardığı yolunda herhangi bir işaret vermiş değil. Aksine, daha önce nisan ayında faaliyete geçirileceğinin söylenmesine rağmen iktidardan şimdilik bu konuda bir açıklama yapılmıyor.
2016'nın Temmuz ayındaki darbe girişiminin hemen sonraki haftalarda ciddi olarak gündeme giren ve o zamandan beri Türkiye'nin gündeminden çıkmayan S-400'ler, yaklaşık dört yıldır gündemde kaldığı müddetçe Türkiye dış alanda yalnızlaşmaya ve hırçınlaşmaya devam ederken, iç politikada ise polarize etme politikasını zirveye çıkardı.
Türkiye bu son dört yılda insan hakları ve demokrasi sıralamalarında ise uluslararası kurumların yaptığı araştırmalarda son bölümlere demir attı. S-400’lerin maliyeti sadece yaşam kalitesinde geriletmek de olmadı.
Canların korumasında da bazı büyük zafiyet yaşandı. Örneğin, S-400'ler nedeniyle İdlib'deki operasyonlarda ABD hava desteği alınamaması düzinelerce askerin yaşamasını kaybetmesinde büyük etkisi oldu. Ülkenin caydırıcılığına darbe vuruldu.
S-400'ler nedeniyle 20 yıldır içinde bulunulan F-35 ittifakının dışında kalındı. Uğruna bu en gelişmiş beşinci nesil 'görünmez' savaş uçağından olan Türk hükümeti, S-400'lerin neden kullanılmadığı konusunda ise şu ana kadar tatmin edici bir açıklama yapmadı. Bu sözün gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğini göreceğiz.
Halbuki uğruna bunca kavga verilen ve NATO’ya sırtına dönme olarak yorumlanan bu füzelerin Ankara’ya inişi televizyondan canlı yayınlanmıştı.
2016 yılının darbe girişimi sonrasında S-400'lerin satın alınmasından ilk kez ciddi olarak bahsedildiği aylarda üç lira çevresinde seyreden dolar, dört yıldan az bir zaman sonra, bugünlerde yedi lira civarında. Bu kayış, Merkez Bankasındaki on milyarlarca dolarlık rezervlerin, liranın değerinin 2018 yılından beri düşmemesi için harcanmasına rağmen gerçekleşti.
Ellerindeki on milyarlarca dolar değerindeki rezervleri kendi yarattıkları siyasi gerilimleri, (Pastor Brunson kavgası) söndürmek üzere kullanan Erdoğan liderliği bugün geldiğimiz günlerde, belki de tarihinin en ağır krizine doğru yürürken, har vurulup harman savrulan kaynaklardan dolayı hazırlıksız yakalanmış olduğu görülüyor.
Her yıl düzenli olarak vergi toplayan Erdoğan’ın başındaki devlet, şimdilerde geliri azalan veya yok olan vatandaşlarından yine para talep ediyor. Halkın ise, kamu bankaları ve zorla alınan paralar çıkarıldığında nüfusa göre sıfıra yakın para verdiği görülüyor.
Tabi ki Türkiye'nin bugünkü ekonomik durumuna düşmesinin tek nedeni S-400'leri almak değil. S-400 satın alımı, aynı dönemlerde atılmış adımlardan biri idi. Ama en önemli adımlardan biri idi.
Amerika ile ilişkiler sadece S-400'lerin alımı nedeniyle bozulmadı. Gezi protestoları ile arası soğudu, 17-25 Aralık ile daha da kötüleşti, Obama yönetiminin 2015 yılı ile Suriyeli Kürt güçleri YPG ile işbirliği yapması ile doluya tutuldu ve 15 Temmuz darbesi ile dibi gördü. S400 üç yıllık ABD-Türkiye ilişkilerinin hali pürmelalini gösteren en somut göstergesi idi.
Arşivlere bakıldığında 2017'den itibaren Washington'ın S-400 haberlerine 'endişeliyiz' ile başlayan ve tonu keskinleşen cevaplar verdiğini görmek mümkün.
Erdoğan, S-400'ler için iki neden sayıyordu sürekli o yıllarda. Birincisi, Amerikan Patriot füzeleri ile teknoloji aktarımı ve ortak üretim şartlarının olmaması. İkincisi bir indirimin yapılmıyor olması. Bugün geldiğimiz noktada S-400'ler için de ortak üretim sözünün olmadığı görülüyor. Hatta bahse konu dahi olmuyor. Rusların çalışma şartlarını bilen askeri uzmanlar o zamanlarda da bu tür bir teknoloji aktarımının Ruslardan beklenmemesi gerektiğini anlatmıştı. Hükümetin bu bilgiye sahip olmaması mümkün değil. Aynı şekilde 2.5 milyar dolara mal olan silahlarla ilgili de Rusya'dan ucuz bir koşul alındığına dair bir görüntü de yok.
Erdoğan bu aynı zamanda çoğu OHAL'e denk gelen dönem boyunca milliyetçilik ve anti-ABD'cilik üzerinden kendisini başkan yapan referandumu yaptı ve sonra da başkanlık seçimlerini kazandı.
Erdoğan Batı'dan Ruslara yaptığı bu yavaş dönüşü, kendisine sadık bakanları ve ekibi ile gerçekleştirebildi. 2014 yılında göreve gelen ve o zamandan sonra sürekli görevinin değişeceği söylentilerinin çıkmasına rağmen görevine devam eden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, şüphesiz bakanlıkta bu kadar uzun süre tutanabilmesini Saray'a bağlılığını ispat etmiş olması ve mesajları istenen tonda ayarlanabilir olmasına borçlu idi.
Trump'ın 2017 yılı başında başladığı başkanlık dönemi Erdoğan'ın şansını artırdı.
Hemen her değişen ABD başkanı, göreve geldikten sonra daha önce kötüleşmiş bazı ilişkileri onardığını söyleyerek dış politikada puanlar toplamaya, başarı hanelerini kabarık göstermeye çalışır. Obama, Bush dönemi sonrasında bozulan Ortadoğu ilişkilerine ağırlık vermişti. Türkiye de bu dönemde ABD’nin müslüman dünya ile yakınlaşma çalışmalarında şansı artan ülkelerden olmuştu. Obama'nın ikinci dönemi Erdoğan ile tamamen koptuğu dönem olarak hatırlanır. Gezi sonrasındaki dönemde Erdoğan, darbenin ABD’nin işi olduğuna kendisine inandırmıştı.
Darbe gerçekten ABD’nin işi miydi? Bu kadar kötü düşünülmüş ve yapılmış bir darbe girişiminde ABD’ye danışıldığını ben inanmıyorum. ABD’nin bazı kurumlarının haberi ve duyumları olduğunu tahmin etmek güç değil. Aynen Alman istihbaratı, Rus istihbaratı ve hatta İran istihbaratı kendilerinin darbeyi önceden bildiğini işaret eden birçok açıklama yaptığı gibi.
Darbeyi Gülencilerle bağdaştıran Adil Öksüz’ün Almanya’da olduğunu ileri süren AKP ve medyası, Alman Şansölyesine kıytırık, uyduruk onca soru sorulmasına rağmen bir kez dahi ‘Adil Öksüz Almanya’da mı?’ sorusunu soramadı örneğin.
Ama Erdoğan ve kendisinin parti-devleti için ABD’nin düşman haline getirilerek sorumlu tutulması maliyeti en düşük politika olarak görüldüğü açıktı. Obama'nın Erdoğan’dan başkanlığının son iki yılında çok keskin bir şekilde uzaklaştığı, Erdoğan’ın telefonlarını zamanın başkan yardımcısı ve şimdinin Demokratik Parti başkan adayı Joe Biden’ın ‘handle’ ettiği, örneğin New York'a BM görüşmeleri için gelen Erdoğan’ın Biden tarafından ağırlandığı da hatırlanıyor.
Esad’a herkesten en önce, daha 2011’in Ağustos ayında, ‘koltuğundan in’ diye seslenen Obama’nın sonrasında Suriyeli muhaliflere sırtını dönmesi, 2015’den sonra ise Suriyeli Kürtlerle işbirliği yapması Erdoğan ile ilişkisinin bozulmasına büyük katkılar yapmışlardı.
Daha başka birçok nedenden de dolayı Obama’ya kızgın olan Erdoğan, bu anti-Obama karşıtı duruşunun karşılığını Trump şahsında buldu.
Erdoğan'ın kullandığı ve aslında pek doğru olmayan bazı anti-Obama hikayelerini (örneğin ABD Türkiye’ye Patriot füzeleri satmadı) Trump ballandırarak kendisinin tamamen zıddı yerlerde konumlanan Obama’ya saldırmak için kullandı. 2019 yılındaki Kyoto'da gerçekleşen Trump ve Erdoğan görüşmesi sonrasında bu durum görüldü.
Trump-Erdoğan ilişkisine baktığımızda, Erdoğan'ın iktidarı adına oldukça yararlı bir ikili ilişkiler kurduğunu gözlemledik. Öyle ki kesin gözü ile bakılan ambargolar büyük ölçüde Trump'ın eliyle engellendi ve halen engellenebiliyor.
Senato'da Dış İlişkiler Komitesinde geçen ambargo yasası da Trump'ın müttefiği Senato başkanı Mitch McConnell tarafından durduruldu.
Ne var ki buradan görünen, S-400'ler ile yapılan dönüşün de sonuna gelinmiş olunabileceği. Kesin diyemiyoruz çünkü karşımızda, Meclis’te tartışarak karar alan, şeffaf bir yönetim yerine, dar kadro içinde, ülkenin değil partinin yararına olacak kararların alındığı bir kapalı süreç bulunuyor.
Bir süredir ciddi sorunlar yaşanan Türk-Rus ilişkilerindeki soğukluk, Türkiye ekonomisinin kötüleşmesi, Hazine'nin hazırlıksız yakalanması (kara gün akçesinin bile bitirilmiş olması) ve Türk lirasının da yedi lira limitini kırmak üzere olduğu bu günlerde Türkiye'nin hızla Amerikan Hazine Bankasının kapısını çalarak swap hatlarını Ankara'ya da açmasını talep ettiği anlaşıldı.
Türkiye'nin swap grubuna alınmadığını ilk kez haberleştiren Ahval'in 30 Mart tarihindeki haberinden sonra ABD'nin bu talebe karşı olumlu haber vermediği anlaşılıyor. Ekonomist Uğur Gürses’in konu ile ilgili yazdığı yazısında verdiği altı kriter ışığında Türkiye'ye bu swap hattının açılması için pek de ihtimal olmadığı görülüyor.
2.5 milyar dolarlık S-400'lerin kutudan çıkarılmadığı anlaşılırken, bu kutudan çıkarılmaması halinin sürekli olması talebinin Ankara'ya dayatılması mümkün.
Washington yönetimi S-400'lerin kutuda kalmasına karşılık swap hattının açar mı birlikte göreceğiz. Ama swap hattı olmasa da, yarın bir gün IMF başvurusu yapılması gibi nedenlerle yine Washington’a muhtaç kalınabilir zira Rusya’nın eksiye düşmüş petrol fiyatları nedeniyle SSCB’nin iflası yolunda ilerlediğine dair haberler, Çin’in de tapu almadan borç vermemesi gibi nedenler, mali açıdan Türkiye’nin yine Batı’ya dönmesi gerektiğini anlatıyor.
Türkiye'nin bu popülist, milliyetçi, savaşçı ve Batı karşıtı S-400 alan profilli dört yılının sonunda ülke ortalama bir demokrasi olmanın bile çok uzağına savruldu.
Ülkenin kaynakları, son 2.5 yıldır Ahval ile gün be gün izlenildiği gibi, aynı hızla iktidar halkasına tutunmuş aktörlere dağıtılmaya devam edildi, israf ve yolsuzluk tavan yaptı. Şeffaflık politikası kayboldu. Azınlıkların hakları azaltıldı, adalet mekanizması daha da kötüleştirildi, muhalefet "teröristleştirildi.''
S-400'lerin satın alımı ve teslimi sürecinde Türkiye Batı değil de, Şangay Beşlisi üyesi profili çizdi.
Yeni bir ABD seçimlerinin yaşanacağı 2020 yılında, koronavirüs ve ekonomik yıkım ile birlikte bir başka dönemin sonuna gelip, gelmeyeceğimizi hepimiz görececeğiz.
2012-2016 yıllarında Obama ile gerilen ilişkileri, 2016-2020 döneminde Trump ile kişisel bağlara dayanan bir ilişkiye dönüşmüştü. Şimdi ise yeni bir dönemece giriyoruz.
2020'nin kasım ayında yapılacak seçimlerde Trump kazandığı takdirde Erdoğan'ın taleplerinin büyük ölçüde karşılanacağı ve Türkiye'nin Transatlantik değerlere sahip çıkmadan da ABD ile müttefikliğe dönmesi mümkün olabilir. Böyle bir dönemde Erdoğan’ın Trump’a karşılığında ne türlü yardımlar yapabileceğine odaklanacağız.
Dış politika ve ABD sistemi içinde güçlenmiş Trump ise, ikinci kez seçildiğinde dış politikada daha güçlü bir şekilde sevdiği ve iyi anlaştığı Erdoğan ile yakından çalışmaya devam edebilir. Olası bir Joe Biden zaferinde de Erdoğan'ın Washington'a yaklaşması için en azından bir yıllık bir pencere açılabilir, her seçilen ABD başkanının ‘kötü ilişkileri’ düzeltme yoluna gittiği adetinin yerine gelebileceğini biliyoruz çünkü.
Türkiye gibi bir müttefiki 'kazanmak' için Biden yönetiminin ilk yılda, en azından ilk altı ayda böyle bir yaklaşmanın olması için kapıyı açık bırakacağını tahmin etmek mümkün. Ne var ki, hesap sorulabilirliğe dönemeyecek, özgürlük vaat edemeyecek, ekonomi yandaşlığını yok edecek bir yönetime dönemeyecek Erdoğan yönetiminin Biden başkanlığında ABD ve Batı ittifakı ile yakınlaşması zor görünüyor.
Bütün bunlar koronavirüs dalgasının dünyaya ne ölçüde bir değişiklik getireceği sorusunun bilinmediği bir dönemde yazılıyor.
S-400'lerin faaliyete sokulacağı tarihte kendisini tamamen hissettiren koronavirüs salgını, Ankara'ya en azından radarları faaliyete geçirmeden doğabilecek bir krizin ertelemesine sebep oluşturabildi. Yeni bir ABD seçimlerinin yapılacağı bu yıl, Türkiye-ABD ilişkileri yeniden büyük değişiklikler gösterecek mi beraber izleyeceğiz. @Ahval Türkçe - İlhan Tanır